Hep Aynı Rol
Doğduğumuz an başlar hayattaki rolümüz. Anneler, Babalar veya çok yakınlarımız tarafından bize verilen bu ilk rol, öyle bir yapışır ki üzerimize, filmler değişse, senaryolar başka türlü yazılsa da biz yaşadığımız sürece asla terketmeyiz o rolü. Sonra da “kader” deriz bunun adına.
Çocukluğum oldukça kalabalık bir ortamda geçmiş. Geçmiş diyorum, çünkü ben yeni doğduğum günleri tabii ki pek hatırlamıyorum. Sevince yürekten seven bir annem var. Doğduğum gün bana öyle bir sarılmış, öyle bir benimsemiş ve bağrına basmış ki, hiç tanımadığım bu dünya beni korkutamamış. Sonra komşular, eş dost girmiş devreye. Kucaktan kucağa dolaşmışım. Her biri sevmiş, okşamış, öpmüş beni. Bir yaşına bastığım gün büyük bir doğum günü tertiplemişler. Mavi uzun elbiseler giydirmiş, başıma taçlar takmışlar. Havalara atmış, sonra da sıkı sıkı tutmuşlar beni. Her biri başka bir şey öğretmiş, gıdı gıdı yapmış, bol bol gülmüşüm. O yüzden kolay olmuş her şeyi sevmek. Nasıl olsa sevileceğimden hep emin olmuş, bu güven, bu umutla bakmışım hayata. Dünya korkutamamış beni. Cesur olmuşum. Ben hayata güvenmişim, o da bana. En olmadık şeyi yapabilmiş, en uçlarda düşünebilmiş, acıyı da, sevinci de hep derin derin yaşayabilmişim.
İşte bende hayat böyle başladığı için, yine böyle devam edebilmişim. “Ön tekerlek nereye giderse, arka tekerlek de oraya gider” diye ünlü bir söz vardır. Biz psikiyatristler çok severiz bu sözü ve onun için de bize gelen herkese önce anne babasının nasıl insanlar olduğunu sorar, yani ön tekerleğin nereye yöneldiğini öğrenmek isteriz. Çünkü biliriz ki, ön tekerleğin yönü, aslında insanı kader yoluna götürür. Hayattaki rolümüz işte o yolda bekler bizi. Bu öyle bir roldür ki, filmler değişse, senaryolar başka türlü yazılsa da, biz rolümüzden asla vazgeçmez, ne yapar eder, yine o rolün içinde buluruz kendimizi.
Bir bebek pek de sevilmediği, önemsenmediği, güvenilir bir sahibinin olmadığı bir dünyaya gözlerini açmışsa eğer, sonradan bu karanlık dünyayı aydınlatmak için çok çabalaması, çok üzülmesi ve yorulması gerekecektir. Onu sevmeye, çabucak kabul etmeye, benimsemeye hazır olmayan bu dünyada keyifle, huzurla yaşamak, cesur olmak, başarılı olmak, bu başarının tadını çıkarmak pek de kolay olmayacaktır.
Hayatta şans, önemli bir faktördür. Dünyaya nerede, ne zaman ve kimin çocuğu olarak geldiğimiz, bizim en önemli şansımız veya şanssızlığımızdır. Aynı anneden ve babadan, aynı ortamda doğan çocukların bile şansları eşit değildir. Birinci çocuk mu, sonuncu mu, kız mı, erkek mi olduğumuz bile bu durumu çok etkiler. Anne babanın o zamanki ruh hali, maddi durumu, çevresel koşullar, her biri bu şansı etkileyen faktörlerdir. Sevecen, çocuğunu bağrına basan bir anne, her zaman en büyük şanstır. Dünyaya geldiğimiz ilk birkaç yıl içinde nasıl bir rol üstlenmişsek, çoğu zaman ömrümüzün sonuna kadar aynı rolü bıkmadan usanmadan oynamaya devam ederiz.
Çoğu anne babalar genellikle sessiz, sakin, onları sürekli meşgul etmeyen, bir kenarda oyuncaklarıyla oynayan, sık ağlamayan, önüne koyulanı yiyen, gittiği yerde annesinin dizinin dibinde uslu uslu oturan, okuldan gelince hemen derslerine çalışan, fazla soru sormayan, dökmeyen, saçmayan çocuklar isterler. Bu çocuklar büyüyüp yetişkin bir insan olduklarında da aynen bu rolde kalırlar. Büyük ihtimalle okulu zamanında bitirir, kendine uygun bir iş bulur, amirlerine saygılı, çevreye uyumlu, ailesine olan sorumluluklarının bilincinde, az konuşan, olanla yetinen, çalıştığı yerde şeflikten daha ileri gidemeyen, zaten daha fazlasını da istemeyen biri olarak yaşar ve hayatlarını tamamlarlar. Büyük aşklar, büyük mutluluklar, büyük projeler, büyük başarılar bu insanlara göre değildir. Eşleri çabuk sıkılır böyle insanlardan. Renksiz, heyecansız ve coşkusuzdurlar. Hiçbir şeye tutku duymaz, hayatı bir görev bilinci içinde yaşar, ne “yaradan”ı, ne de yarattıklarını merak ederler. Her zaman ortada durur, merkez partilere oy verir, hiçbir konuda risk almaz, hatta kahveyi bile orta şekerli içerler. Hayata son derece uyumlu olduklarından evin reisi olamasalar bile memuriyet, askerlik, akademisyenlik gibi bir işleri varsa, buralarda başarılı olabilir, kurallara sıkı sıkıya bağlı, herkese saygılı, etliye sütlüye karışmayı sevmeyen karakterleri nedeniyle profesör, general veya müdür olabilirler.
Anneleri tarafından bir türlü benimsenmeyen çocuklar vardır. Tırmanır dururlar annelerine, beni sev, bana sahip çık, benimle ilgilen diye. O tırmandıkça anne iter, anne ittikçe çocuk daha fazla yapışır anneye. Her şeye ağlar bu çocuklar. Hayat onlar için yabancıdır, korkutucudur ve her zaman tehlikelerle doludur. Bu karanlık dünyada onları koruyacak, güvendikleri bir sahipleri yoktur. Okula bile bir türlü başlayamaz, yanlarında hep annelerini ister, öteki çocuklar ortalıkta koştururken onlar dehşet içinde bir kenara çekilir ve ağlarlar. Hayatın onlara nasıl bir rol vereceği kesinleşmiştir artık. Ömürlerinin sonuna kadar kendilerini hep yalnız hisseder bu insanlar. Özellikle aşk ilişkilerinde sürekli bir terk edilme korkusu yaşadıkları için, karşı tarafa çok taviz verir, hep “daha çok seven” olur ve sonunda korktukları başlarına gelir ve terk edilirler. Aslında aşkları da büyük bir yalandır, hem de kendilerine söyledikleri bir yalan. Ortada ciddi bir aşk yoktur zaten ama ciddi bir terk edilme korkusu vardır. Hayata gözlerini açtıkları andan itibaren en çok yaptıkları şeyi tekrar eder ve yine ağlarlar. Ağlamak onlar için sanki hayatın vazgeçilmezidir. Sonra da “kader” derler, “hep terk edildim, kimse beni sevmedi”. Hâlbuki onları asıl sevmeyen, benimsemeyen, bir türlü istedikleri yakın ve sıcak ilişkiyi kuramadıkları kişi sevgilileri değildir. Belki de sevilmeyecekleri, istenmeyecekleri ya da bir gün mutlaka terk edilecekleri şeklindeki önyargıları, korkuları olmasa, kaderleri de böyle olmayacaktır.
Bütün ilgileri kendilerine, kötü kaderlerine yönelmiş olan bu insanlar her şeyden şikâyet eder, iktidar partileriyle hiç anlaşamaz ve kahvenin sade mi yoksa şekerli mi olduğuyla da pek ilgilenmezler. Kendilerini bir türlü sevdiremedikleri anneleriyle hem sürekli kavga eder, didişir, hem de onun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz, hatta kendi düzenlerini bozmayı bile göze alır ve aslında sevilmeyi en çok hak eden evlat olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Hep inanmak ister ama içlerindeki isyan duygusu nedeniyle sık sık “Yaradan”la da kavga eder, başlarına gelen her şeyden kötü kaderlerini sorumlu tutarlar. Ağlayarak başladıkları hayat, yine ağlayarak biter.
Bir de daha dünyaya geldikleri günden itibaren haksızlığa uğrayan, adalet duyguları zedelenen çocuklar vardır. Belki mamaları zamanında verilir, soğuktan, kirden, pastan korunurlar ama asıl ihtiyaçları olan sevgi ve öncelikten yoksun büyürler. Hiçbir zaman en önemli, en sevilen, en çok ilgiyi hak eden olamazlar. Daha küçücükken büyük bir mücadeleye girişirler hayatla. Çok istedikleri ama bir türlü kazanamadıkları şeylerin peşine düşer, bu uğurda susar, bu uğurda ağlayamaz bile ve çok derinlerine gömerler öfkelerini. İşte bu çocuklar büyüdükleri zaman adil olurlar, dürüst olurlar, ince eler, sık dokurlar. Kendilerine uygulanmayan adaleti tüm dünyaya uygulamak ister, her konuda mükemmelin peşine düşer, tıpkı bir robot gibi tüm yakınlarının sorumluluklarını üstlenir, hayat onlardan ne istiyorsa hiç düşünmeden onu verirler hayata. Çok mantıklı, çok gerçekçi olalım derken hayat önlerinden akıp gider.
Çok derinlerde saklanan öfke asıl muhatabını bir türlü bulamadan taş olur oturur yüreklerine. O kadar korkarlar ki bu taş olmuş duygularından, onu gizleyelim derken bütün duygular yavaş yavaş terk eder onları. Ne mutlu olabilirler, ne coşkulu. Ne âşık olabilirler, ne Mecnun. Onların bir tek amacı vardır; her şeyi kontrol etmek. Ellerinden gelse tüm dünyayı kontrol eder, her şeyin kurallara uygun yapılıp yapılmadığını görmek, bilmek isterler. Tekrar tekrar siler süpürür, kapıları, pencereleri, su ve gaz musluklarını kontrol ederek her şeyin düzgün ve yolunda olduğuna kendilerini inandırmaya çalışırlar. Evham, korku, kuruntu, takıntı bu tür insanlarda neredeyse hobi haline gelmiştir, vazgeçemezler. Her konuda olduğu gibi sağlık konusunda da çok titiz davrandıkları için kahveyi bile sade içer, asla duygularıyla hareket etmez, hiçbir siyasi partiyi desteklemez ve sürekli muhalefette kalırlar. Yüksek sorumluluk duyguları nedeniyle işlerinde başarılı olur, öğretmenlik, akademisyenlik, doktorluk, yargıçlık gibi mesleklerin hakkını verir, evlerinin tek hâkimi olur ancak hayata yeni bir şey katamaz, yakın ilişkiler kuramaz, çok takdir edilseler de gerçek anlamda sevemez ve sevilemezler. Her konuda haklı olduklarını iddia eder ve yine haklı olarak ölürler.
Hayatta her birimize dağıtılan, birbirinden çok farklı ve irili ufaklı daha pek çok rol vardır. Bu roller anne babalarımızla veya onların yerine geçmiş ve bize bakıp büyüten kişilerle olan ilişkilerimize göre belirlenir. Eğer bizler de anne baba olmuşsak, rol dağıtma sırası artık bize gelmiştir.
Eğer hayatın bizi ön tekerleğin çizdiği yolda götürmesini istemiyorsak, kendimizden biraz uzaklaşmalı ve öncelikle hayattaki rolümüzün ne olduğunu görmeye çalışmalıyız. Bir şeyi değiştirmek istiyorsak, öncelikle neyi değiştireceğimizi bilmemiz gerekir.
Ayrıca bu yazıyı dikkatli okursak, kendi rolümüzü değiştiremesek bile belki çocuklarımızın kaderini değiştirebiliriz.
Bu yazıyı okuyan kimiler belki de içlerinden şöyle soracaktır; Bu kadar basit mi? Evet, sevgili okurlar, bu kadar basit. Ben bu basit şeyi anlayabilmek için meslektaşlarımın yıllardır araştırıp yazdıkları pek çok kitap okudum ve binlerce kişinin hayatını didik didik ettim. Sonra sıra kendi hayatıma geldi. Bana çok basit ve ayrıntı gibi gelen şeylerin meğer ne kadar önemli olduklarını işte o zaman anladım ve bu basit şeyi sizlerle de paylaşmak istedim.
Hayatta kalabildiğimiz bu kısacık süreyi gönlümüze göre yaşamak hepimizin hakkı. Bu hakkı gerçekten iyi kullanabiliyor muyuz acaba?
Bu arada, ben çok sevdiğim kahveyi şekerli içiyorum.
Gönül dolusu sevgi ve saygılarımla
Uzman Bilgisi
Dr. Gülseren BUDAYICIOĞLU
Merkez Başkanı, Psikiyatrist
- Üniversite : Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi
- Uzmanlık : Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Psikiyatri Uzmanlık Eğitimi
Yazıları
Bir Mobbing Trajedisi
Mobbing’in sözcük anlamı, psikolojik şiddet, baskı veya taciz olarak tanımlanabilir. Özellikle hiyerarşik bir yapılaşmanın olduğu yerlerde, güçlünün altta kalanlara baskı yapması veya onu çeşitli yollarla taciz etmesidir.
Ruhsal Sorunlar Beden Sağlığımızı Bozuyor
Bilim insanları tarafından yapılan araştırmalar, ruhsal sorunların, bunlara bağlı olarak yaşanan sıkıntıların, bir süre sonra bedende ciddi hastalıklara yol açabildiğini söylüyor.
Yaşamdaki Rol Dağılımı: Sevilmeyenler
Anneleri tarafından bir türlü benimsenmeyen, sevilmeyen, içten içe reddedilen çocuklar vardır. Tırmanır dururlar annelerine, beni sev, bana sahip çık, benimle ilgilen diye. O tırmandıkça anne iter, anne ittikçe çocuk daha fazla yapışır anneye.
Kendini Sevmek
İnsanın kendisini sevmesi ve beğenmesi aslında çok zordur çünkü içimizdeki canavar doymak bilmez. Üçünü yapsak beşini daha ister. İnsanın doğası böyle ama böyle olmasaydı, hepimiz el el üstünde otururduk.
Ekonomik Krizin İnsan Ruhuna Yansımaları
Ülkemiz insanı yıllardır krizlerle iç içe yaşıyor. Yani zaten hiç düze çıkamadı. Her 8-10 yılda bir ortaya çıkan ekonomik krizler, doğal afetler, terör, ayyuka çıkan yolsuzluklar ve ülkemizin çevresini saran savaşlar…
Evlilik, Orta Yaş, Yalan
Genellikle bütün erkekler evlilikten önce korkar. Avın avcıdan kaçtığı gibi kaçarlar. Avcıya yakalanmaktan korkarlar. Bir süre kızları koca avcısı gibi görürler. Genç yaşlarda, henüz evlilik çağı gelmeden çok önce yoktur böyle korkuları.
Hep Aynı Rol
Doğduğumuz an başlar hayattaki rolümüz. Anneler, Babalar veya çok yakınlarımız tarafından bize verilen bu ilk rol, öyle bir yapışır ki üzerimize, filmler değişse, senaryolar başka türlü yazılsa da biz yaşadığımız sürece asla terketmeyiz o rolü. Sonra da “kader” deriz bunun adına. Çocukluğum oldukça kalabalık bir ortamda geçmiş. Geçmiş diyorum, çünkü ben yeni doğduğum günleri tabii …
İhanet
İhanet belki de dünya da insanoğlunun yaşayabileceği en büyük acılardan biridir. Hatta şairler, şiir ve şarkılarda, ayrılık ve ihanetle ölümü kıyaslarsanız buna kızar, ihanetin her zaman insana ölümden bile daha büyük bir acı verdiğini söylerler.
Koca Bir Ülkenin Kendini Arayan İnsanları
Kendimi bildim bileli meraklı biriyimdir. Çocukluğumda da öyleydim. Okula başladığım günü hiç unutmuyorum. İki tarafımdan sarkan örgülü saçlarıma beyaz kurdeleler bağlamıştı annem.
Ölüp Gitmenin Sırası mıydı Yani?
Ülkemizi hep koca bir aile olarak düşünmüşümdür. Her ülke aile değildir ama bizim ülkemiz Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu günden beri hep koca bir aile olmuştur.
Üniversite Sınavlarında Anne Babanın Tutumu
Üniversite sınavları, ülkemizde giderek hem gençlerin, hem de anne babaların korkulu rüyası haline geldi. Bütün umutlarını bu sınavlara bağlayan pek çok kişi, sınav öncesi ve sonrasında, ciddi bir stres ortamına giriyor.
Aldatılma Ve Terk Edilme
Aldatma ve terk etme psikiyatrist olarak çalışmaya başladığım ilk yıllarda, yani bundan 25-30 yıl kadar önce (aslında artık geçmiş yıllardan söz ederken böyle kocaman sayılardan bahsetmek kadın olarak hiç hoşuma gitmiyor ama maalesef gerçek bu) sadece aldatılan kadınları dinlerdim.
Videoları
Güncel Psikoloji Yayınlarımız
Bipolar Bozukluk Nedir?
Hayat bazen bir dağ yokuşunda yükselip alçalan bir yolculuğa dönüşebilir. Kimi günler enerjimiz zirvede, her şeyin …
Psikoloji Nedir?
Psikoloji kelimesi diğer adıyla ruh bilimi, Yunancada ‘psykhe’ ile ‘logos’ kelimelerinin bir araya getirilmesiyle …
Psikoz Nedir?
Psikoz kelimesi Yunanca psyche(ruh, zihin) ve osis(anormal veya hastalıklı) kelimelerinin birleşmesiyle türetilmiş bir …
Ekran Bağımlılığı
Her geçen gün daha fazla ebeveyn, çocuklarının tablet, telefon veya bilgisayar kullanımından dolayı endişelerini …
Maskeli Depresyon Nedir?
Maskeli depresyon, diğer adıyla gizli veya gülümseyen depresyon olarak da karşımıza çıkmaktadır. Maskeli depresyon, …
Oyun Bağımlılığı Nedir?
Son zamanlarda teknolojinin gelişmesi ve internetin yaygınlaşmasıyla birlikte bireylerde teknolojiye ilişkin bağımlılık …
Dil ve Konuşma Terapisi Nedir?
Dil ve konuşma terapisi, iletişim bozukluklarının önlenmesi, değerlendirilmesi, teşhisi ve müdahalesinde kullanılan …
Narsisizme Farklı Bir Bakış
Narkissos yüzyıllar sonra kendisinden bu kadar bahsedildiğini bilse çok mutlu olurdu. Bilmeyenler için özetleyecek …
Trikotillomani Nedir?
Trikotillomani halk dilinde saç koparma hastalığı olarak bilinmektedir ve tanı kitaplarında obsesif kompulsif bozuklukları …