
Şizofreni Yazıları II: Şizofrenide Psikoterapinin Rolü Var Mıdır? İnsan, Anlam ve Bütüncül Bakış
Şizofreninin “beyin hastalığı” olarak ele alınması; kimileri tarafından hastaların psikiyatrist gözetimi ve ilaç tedavisi ile sınırlandırılmasının temel çıkış noktası olarak görülmektedir. Oysa insan hayatta kalmanın ötesinde “varolma” ve varoluşuna tanık arama ihtiyacında bir canlıdır. Nitekim insan türünü diğer canlılardan ayıran temel fark da bu niyetli ve muhakeme içeren üst düzey bilişsel aktivitelerdir.Victor Frankl’ın yaklaşımında da esas aldığı “insanın anlam arayışı” pekala kendisini nöral süreçlerde gösterir fakat bugün bir insan beynini incelediğimizde “işte burada varoluşsal anlam duruyor” diyemiyoruz; bizi bu kavramlara götüren bilişsel işlevlerden sorumlu beyin alanlarından bahsedebiliyoruz. Çünkü insan basit ve bir o kadar da karmaşık bir varlıktır. Eylemlerimizin, duygularımızın ve bilişsel süreçlerimizin nöral tablosunu görmek her zaman “açıklamak” anlamına gelmiyor. Evrensel ve ortak olan bize biricik ve öznel olanın varlığını yanlışlamıyor.
Birçok psikopatolojide veya nöral hastalıkta ileri beyin görüntüleme teknikleri bize o hastalığa yönelik ortak bir tablo sunuyor ancak bu süreçler yaşamsal pratiklerde her kişi için öznel yönleri ile ortaya çıkabiliyor. Genetik araştırmalar bize hastalıkların ortaya çıkışı ve seyrinde her zaman “sebep” değil çoğunlukla “ilişki ve etken” sunuyor. Bu da insana ait çoğu süreçte betimlemenin ve gözlemin ötesine geçmenin güçlüğünü gösteriyor. Örneğin hala birçok oto-immün hastalık tanımlı fakat “sebepleri” belirsizdir.
Günümüzde birçok çalışma, şizofreni de dahil olmak üzere çoğu psikopatolojinin ortaya çıkışında genetik faktörler ve psiko-sosyal süreçlerin birlikte rol aldığını göstermektedir. Hangisinin “gerçek sebep” olduğu ise tamamen bir bilinmez olarak görülür ve bu soruya cevaplar aranırdı; ancak artık böyle determinist bir ilişki arayışından ziyade karşılıklı etkileşimsel bir süreç olduğu kabul edilmektedir. Böylece insanın sebep-sonuçla değil; sebep-sonuç süreçlerini “barındıran” fakat “etkileşim” ile ele alınması gereken bir canlı olduğu tekrar anlaşılmaktadır.
O halde şizofreninin bir “beyin hastalığı” olarak ele alınması sürecin psikolojik yönü ile nasıl “zıt” yahut “ayrı” olabilir? Üstelik psikolojik süreçlerin nöral yönleri hakkında bu kadar bilgi varken? İnsan beyin, zihin ve bedende bütün; kendi türüyle ilişkiye ve iletişime ihtiyaç duyan bir varlıktır. En temelde beyin ve bir bütün olarak organizma kendini korumaya programlıdır. Bu kendini koruma süreci uygun olmayan yollarla seyrettiğinde denge bozulur ve zarar vermeye dönüşür. O halde en basit haliyle semptomları hem psikolojik hem de fizyolojik açıdan işlevsiz baş etme yolları olarak değerlendirdiğimizde ve bu iki kavramı birbirinden ayrı tutamadığımıza göre, yeni yollar nasıl kurulur?
Şizofreni hastalarının gerçeklik algılarındaki bozulmalar ilaç tedavisi ve tıbbi müdahale ile dengeye ulaştığında en temelde “insana dair” olan süreçlerin; yaşama karışma, sosyalleşme, damgalamanın etkileri, yeni baş etme yolları, ihtiyaçlarının farkına varma, sorumluluk alma, amaç edinme, anlam katma, harekete geçme, güven, ilişki kurma ve daha birçok varoluş yönünün düzenlenmesinden geçen yol psikoterapidir. Yapılan araştırmalar şizofreni hastalarının yakınlarının duygu dışavurum düzeylerinin (olumsuz duyguların eleştirel biçimde hastaya yansıtılması) hastalığın alevlenme dönemlerini yordayıcı nitelikte olduğunu göstermiştir.
Sosyal destek, psikoterapi ve nitelikli ilişkilere sahip olmanın da alevlenme dönemlerinin azalması ve hastaların işlevsellik artışını yordadığı kanıtlanmıştır. O halde tekrar etmek gerekir ki insan, hayatta kalmanın ötesinde varoluş ve anlam kavramları ile yaşayan, niyetli eylemde bulunabilen ilişkisel bir canlıdır. Bu sebeple şizofreni hastalarının yaşadıkları bütün yaralayıcı deneyimler ve izolasyonun yaratacağı varoluşsal tehditlerin, doğasında “ilişki” olan bir süreç olarak psikoterapiden alabileceği yarar yadsınamaz.
Bu hastaların insani olarak ilişkiye duydukları ihtiyacın gözardı edilmesi bile damgalamanın ve ötekileştirmenin bir yansımasıdır. Nasıl ki psikopatolojiye sahip olmayan bireylerin psikoterapi sürecine başvurma, devam etme ve verim alma konusunda öznel görüş ve tercihleri oluyorsa; şizofreni hastalarının da bu imkanı deneyimleme konusunda tercih ve ulaşılabilirlik hakkı vardır. O halde farklı eğitim, kültür ve sosyo-ekonomik düzeye sahip bütün insanların olduğu gibi; ilaç tedavisine düzenli ve hekim kontrolünde devam eden, iletişimi başlatmayı sağlayacak bilişsel işlevlere sahip bütün şizofreni hastalarının da psikoterapi sürecinden faydalanmalarının önünde bir engel bulunmamaktadır.