Küçük Bilim İnsanlarına Kulak Verin: Gerçek Bilgi Onlarda

Küçük Bilim İnsanlarına Kulak Verin: Gerçek Bilgi Onlarda

Küçük Bilim İnsanlarına Kulak Verin: Gerçek Bilgi Onlarda

Hayatımız keşif üzerine kuruludur, doğduğumuz andan itibaren başlar bu keşif, önce kendi bedenimizi sonra etrafımızdaki nesneleri, anne babamızı ve onların yüz hatlarını keşfederiz. Bebekler küçük bilim insanları, farkında olmadan yaşadığı deneyimler arasında çok hızlı bağ kurmaya başlarlar. Bu nedenle, duyuları yetişkinlerden daha net algılar ve yetişkinler olarak farkında olmasak da pek çok negatif içerikli olayı sezerler. Özellikle kaygıyı mıknatıs gibi çekebilirler. Bu, bebeklerin ve çocukların sadece olumsuz deneyimlere daha açık olduğu anlamına gelmese de, olumsuz deneyimlerin etkisinin onlarda bıraktığı etkiyi daha yoğun yaşadığı anlamına gelebilir.  Bu nedenle, küçük bir çocuk için, bizim yetişkin halimizle çok da mühim görmediğimiz bir olayın aslında oldukça travmatik etkiler yaratabildiğini görüyoruz.  Çocukların, yolunda gitmeyen olayların sezgileriyle farkına varmaları ve bu deneyime yükledikleri anlam çok önemlidir. Tam da bu noktada tehlike hissettikleri zaman kendilerine neyin en iyi geleceğini de çocuklar bilir. Bunların çoğunu oyun yoluyla ifade ederek rahatlar ve yaşadıkları deneyime bir anlam yüklemiş olurlar. Burada ebeveynlerin, çocukların yaşadığı deneyimi ve duyguları onlara “aynalaması” (ağlıyorsa annenin yüzünü buruşturup çocuğun veya bebeğin deneyimini, onun kadar hissetmese de, ona somut bir biçimde yansıtması) da çocukların bu deneyimi anlamlandırmasında önemli bir rol oynar.

Bugünlerde yaşadığımız Covid 19 deneyimine gelecek olursak, bu süreçte hepimiz yetişkinler dahil olmak üzere korku, kaygı, çaresizlik, mutsuzluk ve isteksizlik duygularını deneyimliyoruz.  Bu duygularla, her birimiz çok farklı yöntemler yardımıyla başa çıkmaya çalışıyoruz. Bunların hepsi olağan dışı bir duruma karşı verdiğimiz olağan tepkilerdir.  Özellikle evde ailemizle daha fazla vakit geçirmeye başladığımız bu dönemde, aile içi dinamiklerin açık bir biçimde ortaya çıktığı söylenebilir. Bu süreçte, en çok gözlemlediğim ve dikkatimi çeken noktalardan biri ise yetişkinler olarak oyun oynamayı, olayları akışına bırakmayı veya sadece sıkılarak kendi dünyamıza dönebilmeyi unutmuş olmamız. Çocuklarınız varsa, sıkıldıkları, kaygılandıkları veya bir şeyleri keşfetmeye odaklandıkları zaman onları dikkatle izleyin, eğer çocuğunuz yoksa kendi çocukluğunuzda bu duyguları hissettiğiniz zaman yaptıklarınızı hatırlamaya çalışın. Hangi oyunlar size iyi geliyordu? Hangi rolleri oynamayı seviyordunuz? Bu oyunları oynarken aslında gerçek hayattaki hangi ihtiyacınız karşılanıyordu? Sıkılmaktan korktuğumuz bugünlerde, anda kalabilmeyi ve o anın içerisinde keyif alarak oyun oynayabilmeyi unuttuğumuz ve bunu yetişkinlik olarak tanımladığımız bugünlere nasıl geldik?   Bu soruların, kendi çocukluğumuza, yarım kalmış ve tamamlanmamış isteklerimize, bu isteklerin bizde yarattığı baskının kendi çocuklarımıza yansımasına bir cevap bulmamız adına faydalı olduğunu düşünüyorum. Çocuklarımızın gözlerinin tam içine bakıp gerçekten bize mutlulukla, öfkeyle veya hayal kırıklığı ile neler anlatmaya çalıştığına odaklanmak için bir fırsat olabilir. Bunu yapmaya, bu soruları sormaya ve farkına varmaya başladığımız zaman gerçekten onlarla oyun oynadığımızı, onlarla birlikte gerçek bir iletişim kurduğumuzu ve aslında yetişkinler olarak hala kendimizle ve hayatla ilgili bir şeyler keşfetmeye başladığımıza inanıyorum.

Bu süreç içerisinde sorulara cevap bulmakta zorluk da yaşayabiliriz. Aile içi iletişimlerde, karşılıklı empati kurabilme becerimizi yitirebiliriz. Bunu deneyimlediğimizi fark ettiğimiz zaman bir uzmana başvurmanın ve bu farkındalığın, kendine yönelik keşfin uzman psikolog ile konuşulması gerektiğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Güncel Psikoloji Yayınlarımız

Yardıma ihtiyacınız var mı? Size ulaşalım.