Korkular

Korkular

Korkular

Can on yaşında saygılı, efendi, sorumluluklarını bilen, yerine getiren, kurallara uyan, titiz hatta mükemmeliyetçi bir çocuktu. Anne ve babası onun çeşitli korkularından dolayı yardım almaya karar vermişlerdi. Can ölümden,  en çok da anne babasının ölümünden korkuyordu. Annesine sıkça “Ben sizden önce öleyim, yoksa sizin ölümünüzün acısına dayanamam” diyordu. Annesi ya da babası araba kullanırken “Size bir şey olursa ben de yanınında olayım” diyerek mutlaka yanlarında olmak istiyordu. Can’ın bu korkuları altı yaşında, anasınıfına giderken bir arkadaşının babasının trafik kazası sonucu ölümünden sonra başlamış ama son zamanlarda yoğunlaşmıştı. Okuldayken anne babası aklına geliyor, işe giderken başlarına bir şey gelmiş midir, kaza olmuş mudur gibi şeyler düşünmekten kendini alamıyordu. Ama okula gitmek istememe gibi bir durum yoktu.  Bazı tenefüslerde bu kaygılarını yenmek için onları telefonla arıyor, seslerini duyup rahatlıyordu. Babası işi gereği sık sık seyahat eden bir kişiydi.

Son zamanlarda bu seyahatler Can ve ailesi için sorun oluyordu. Can babasının arabayla yolculuğa çıkmasını istemiyor, babası yolda olduğu sürece huzursuzlanıyor, başka bir şey yapamıyordu. Daha önceki yıllarda başarılı bir çocuk olan Can bu yıl derslerde konsantre olamıyor,  evde yeterince çalışamıyordu ve notları düşmeye başlamıştı. Başarısızlık ise Can’ın korktuğu şeylerden birisiydi. Basket oynamayı seven ve iki yıldır basket kursuna giden Can, antremanda basket yapamam korkusuyla adeta toptan kaçıyor, eline gelen toplarla basket atmayı denemek yerine başkasına pas vermeyi tercih ediyordu. Bu yıl artık istemediğini, çok yorulduğunu söyleyerek basket antremanlarını bırakmıştı. Başarısız olma korkusu onun sınıfta da kendini ortaya koymasına engel oluyor, bildiği konularda bile ya yanlışsa diye düşünerek parmak kaldırmıyordu. Yazılı ya da sözlü sınavlarda gergin oluyor, bildiklerini hatırlayamıyor, elleri terliyor ve sınavları kötü geçiyordu.

Anne ve babası Can’ı aşırı duyarlı, çevresindeki insanların duygularından etkilenen,  biri üzülse ondan daha fazla üzülen bir çocuk olarak tanımlıyorlar. Bu konuyu Can,  “Dünyada kötülük yapan herkes beni üzer, televizyonda heberlerde gördüklerim, yolda yürürken gördüklerim hepsi beni etkiler” diyerek açıkladı ve dilencilere para verebilmek, yakınlarına hediye alabilmek için para biriktirdiğini söyledi.

Annesine  göre Can’ın bir diğer sıkıntısı da içe dönük olması, yeni ortamlara, değişik sosyal çevrelere girmek istememesi, yalnızlığı tercih etmesiydi. Can okulda ya da diğer ortamlarda gruba dahil olmuyor, olmayı da istemiyor gibi görünüyordu. Babası ise  kendisinin de insanlarla birlikte olmayı fazla sevmediğini, Can’ın bu bakımdan  kendisine benzediğini ve bunu normal bulduğunu ifade etti. Anne görüşme sırasında Can’ın bazı özelliklerinin de kendisine benzediğini ifade ederek, bunu “Ben de kaygılı bir insanım, bir yakınıma telefon eder ve ulaşamazsam hemen kötü bir şey oldu diye düşünür, panik olur, her yeri ararım. O kişiyle iletişim kuruncaya kadar da rahat edemem” cümleleriyle açıkladı. Can okuldan gelirken on dakika geç kalsa anne endişelenmeye başlıyordu. Anne ve Can’ın bir diğer ortak korkusu da karanlık korkusuydu. Babanın iş için şehir dışında olduğu zamanlar anne ve Can birlikte uyuyorlardı. Son zamanlarda Can kolay uyuyamıyor ya da uykusundan sık sık uyanıyordu.

Can’a tüm bu korkuları için ne düşündüğü sorulduğunda verdiği yanıt ilginçti “Ödlekler daha çok yaşarlar. Bence korkular gereklidir, benim kendimi ve ailemi korumamı sağlıyor” dedi. Aslında bu düşüncesinde bir derece haklıydı. Bunun üzerine Can’a korkuların gerçekten de evrimsel olarak var olduğu, korumayı sağladı söylendi ve fobi kelimesini daha önce duyup duymadığı soruldu. “Fobi bir şeyden çok korkmaktır” diye yanıtladı. “Peki çok korkmak ne anlama geliyor ? Yani bir şeyden çok korkunca neler olur? Bu bizim yaşantımızı nasıl etkiler ?” soruları karşısında “Çok korkarsak o şeyle karşı karşıya gelmek istemeyiz, karşılaşırsak kendimizi kötü hissederiz. Hatta ben aileme bir şey olacağını düşündüğüm zaman bile kötü hissediyorum, gözlerim doluyor” yanıtını verdi. Bu durumun yaşantısını etkileyip etkilemediği sorusuna da “Son zamanlarda çok etkilemeye başladı, ders dinleyemiyorum. Bir de okulda başarım düşecek, öğretmenim üzülecek, arkadaşlarım beni beğenmeyecek diye de korkmaya başladım.” diye yanıtladı.

Can gerçektende yaşına göre olgun ve içgörüsü fazla bir çocuktu. Ona belirli korkuların belirli yaşlar için bir dereceye kadar normal olduğu, örneğin onun yaşında bir kişinin ölümden korkmasının çok sık gördüğümüz bir durum olduğu açıklandı. Korkular yaşantımızı etkiliyorsa, bizi kısıtlıyorsa, kaçınma başladıysa o zaman bunları fobi olarak adlandırdığımızı ve uygun tedavi yaklaşımlarıyla fobilerin aşılabildiği anlatılınca bunlardan kurtulmayı hem isteyip hem de istemediğini söyledi. Kurtulursa koruma azalırdı, örneğin babasına dikkatli olmasını yeterince tembihlemezse babası kaza yapabilirdi. Öte yandan bu korkular devam ederse başarısız olacaktı. Bunlar üzerinde biraz düşünmesini ve ailesiyle bunları paylaşmasını istedim. Bir sonraki görüşmeye “Korkularımdan kurtulmaya karar verdim” diyerek başladı. Bundan sonra bilişsel davranışçı yaklaşımla hayal kurma çalışmalarıyla, kontrol, güvenlik, rahatlama ve ödüllendirme basamakları kullanılarak korkularını yenmeyi başardı.

TARTIŞMA

Günümüzde kaygı (anksiyete) bozuklukları çocuk ve ergen psikiyatrisinin en yaygın problemlerinden birisidir. Psikiyatrik sınıflandırma sisteminde yer alan kaygı bozuklukları yaygın anksiyete bozukluğu, ayrılık anksiyetesi bozukluğu, sosyal fobi, özgül fobi ve panik bozukluktur.

Kaygı sağlıklı bireylerde var olan ve koruyucu ve uyumsal bir işlevi olan normal bir duygudur. Kaygı bozuklukları ise belirgin sıkıntı ve işlev kaybına neden olan korku ya da endişeyle kendini gösterir. Çocukluktan erişkinliğe geçiş döneminde uyuma yardımcı olan, koruma ve güvenliği sağlayan normal anksiyete ile patolojik anksiyeteyi ayırmak güçtür. Ayırım yaparken kaygının kaçınmaya ve işlev bozukluğuna neden olup olmadığı ve sürekliliği önemli ölçütlerdir. Burada aktarılan olguda kaygı, son bir yıldır devam ettiği ve okulda ve sosyal yaşamda işlevlerde aksamaya neden olduğu için yaygın anksiyete bozukluğu ve eşlik eden özgül fobi olarak tanılanmıştır.

Yaygın anksiyete bozukluğu aşırı ve kontrol edilemeyen şiddette anksiyete ile kendini gösteren bir bozukluktur. Bu tanıyı alan çocuklarda en az altı aydır devam eden, bir çok olay ya da etkinlik hakkında (okuldaki başarı, sosyal yeterlilik vb) gerçekçi olmayan aşırı kaygı, huzursuzluk, kas gerginliği, kolay yorulma, konsantre olamama, uykuya dalamama gibi belirtiler vardır. Bu belirtiler çocuğun işlevlerini önemli derecede etkilemektedir. Yaygın anksiyetesi olan kişiler sıklıkla titiz ve mükemmeliyetçidirler. Performanslarının mükemmel olmayacağına inandıkları etkinliklerden kaçınma eğilimindedirler. Kurallara uymayan, toplum tarafından onaylanmayan davranışlardan kaçınırlar. Beğenilmek, onaylanmak, önemli bulunma önemlidir. İşler istedikleri gibi olmazsa gerginlik ve kaygı belirtileri artar.

Çocukluk döneminde normal gelişimin bir parçası olarak kabul edilen korkular, günlük etkinlikleri bozucu hale geldiğinde, uyaranla karşılaşıldığında ya da karşılaşılacağı düşünüldüğünde belirgin kaygı belirtileri gözleniyorsa, uyarıcıdan kaçınmaya neden oluyorsa ve en az altı aydır devam ediyorsa Özgül Fobi tanısı geçerlidir. Normalde okul dönemindeki çocukların hepsinin en az bir korkusu  olduğu araştırmalarda gösterilmiştir. Okul öncesi dönemde çocuklar sıklıkla karanlıktan, yalnız kalmaktan, anne babadan ayrılmaktan, hayalet öcü gibi belirsiz nesnelerden korkarlar. Çocuk büyüdükçe hırsız, kaçırılmak, hastalanmak, kendisinin ya da yakınlarının ölümü gibi daha gerçekçi korkular başlar. Sekiz ya da dokuz yaşlarına gelen çocuk, ölümün herkesi etkileyecek sürekli bir ayrılık olduğunun bilincine vardıktan sonra anne ve babasının ölebileceği ve onu yalnız bırakabileceğinden endişe duymaya başlar.  Ancak bu korku çocuğun Can’ın durumunda olduğu gibi bireyin aklını fazlasıyla meşgul ediyor, günlük işlevlerini bozuyorsa o zaman bir problem olarak görülmelidir.

Kaygı bozuklukları Can’ın durumunda olduğu gibi sıklıkla ailesel bir geçiş gösterir. Anne ya da babada bir kaygı bozukluğunun belirtileri söz konusudur. Ailesel geçişin yanısıra aile üyelerinin birbirlerine karşı aşırı korumacı tutumu da çocuklara dünyanın gerçekten çok tehlikleli ve güvenilmez olduğu mesajını vererek var olan korkuların pekişmesine neden olur. Bu nedenle tedavide ailenin de ele alınması önemlidir.

Kaygı bozukluklarında değerlendirme tamamlandıktan sonraki ilk adım, aileyi ve çocuğu bu bozukluklar hakkında eğiterek tedaviye hazırlamaktır. Kaygının çeşitli boyutları ve bunu aşmak için yapılması gereken uygulamaların önemi açıklanır. Kaygının üç boyutu olduğu (1) bedensel tepkiler; çarpıntı, ellerde terleme, baş dönmesi gibi; (2) düşünceler: “Annem benden uzak olduğunda başına bir şey gelecek” gibi; (3) davranışlar; korkulan durumdan kaçınmak gibi (Can’ın anne babasını seyahate göndermek istememesi). Tedavi bilişsel ve davranışsal tekniklerle kaygının bu üç boyutuna odaklanılarak yapılır. Çocuklukta kaygı bozuklukları bireysel olarak uygulanan bilişsel davranışçı terapi ve aile eğitimi ile etkin biçimde tedavi edilebilmektedir. Ancak başlangıçtan itibaren çok yoğun ve belirgin işlev bozukluğuna neden olan ve uygun terapötik yaklaşımlarla çözümlenemeyen  kaygı bozukluklarında ilaç tedavisi de uygulanabilir.

Güncel Psikoloji Yayınlarımız

Yardıma ihtiyacınız var mı? Size ulaşalım.