Doğa 10 yaşındaydı ve çocukluğundan bu yana devam eden çeşitli korkuları vardı. Doğa’ya nelerden korkuyorsun diye sorduğumda annesi “Bence nelerden korkmadığını sorun, onları saymak daha kolay olur” diyerek söze karıştı.Doğa evde odasında yalnız kalamıyor, tuvalete gittiğinde anne veya babasının kapının önünde beklemesini istiyor, banyosunu yalnız yapamıyor ve gece yatağında yalnız uyuyamıyordu. Evlerinin iki bina yanında olan markete gidemiyor, sokakta arkadaşları ile oynayamıyordu. Sokakta oynarken ya da markete giderken karşısına dilencilerin çıkmasından, kapkaççılardan garip görünüşlü insanlardan korkuyordu. Bunlar Doğa’yı kaçırabilirler, ona zarar verebilirlerdi.
Bir gün annesi alışveriş merkezine gittiklerinde orada kaybolabileceğini, yanlarından ayrılmaması gerektiğini söylemişti. O günden beri “ kaybolma” korkusu da başladı. Pazara, alış veriş merkezlerine gitmek istemiyor, gittiği zamanlarda da annesinin elini bırakamıyordu. Benzer korkular nedeniyle okulda da rahat değildi. Teneffüslerde yanında bir arkadaşı olursa tuvalete gidebiliyor, eğer o sırada arkadaşlarından birisi tuvalete gitmeyecekse kendisi de gidemiyordu. Tuvalette kapalı kalmaktan, büyük çocukların kendisine zarar vermesinden korkuyordu. Bu nedenle birkaç kez tuvaletini az miktarda altına kaçırmıştı.
Okulda öğretmenleri tarafından sevilen, başarılı, çalışkan, kurallara uyan bir öğrenciydi. Ama kaygılıydı. Öğretmenlerinin kendisine kızacağı düşüncesi onu çok tedirgin ediyor, bu nedenle derse fazla katılmıyor, bildiği sorulara cevap vermiyor, soru sormuyordu. Arkadaşları onun korkularını sezmişlerdi ve Doğa’nın yanında izledikleri korku filmlerinden, cinlerden ruhlardan söz ediyorlar, bir yandan da “Doğa, istersen sen bunları dinleme sonra korkarsın” diye dalga geçiyorlardı. Doğa “Ben korkmam ki, dinleyebilirim” diyor, konuşulanları ilgiyle sonuna kadar dinliyor ama yalnız kaldığında, özellikle de geceleri aklına o gün duydukları geliyor ve korkularına yine yenik düşerek anne babasının yanına koşuyordu. Doğa bu yıla kadar korkularından yakınmazken son zamanlarda “Ben artık bu korkularımı yenmek istiyorum” demeye başlamış, bunun üzerine anne ve babası bir uzmandan yardım almaya karar vermişlerdi.
Evde korkuları olan başka bireyler var mı sorusuna Doğa’nın annesi “Ben de küçükken aynı Doğa gibiydim, pek çok şeyden korkardım. Büyüdükçe bunların bazılarından kurtuldum. Ama halen evde eşim yoksa geceleri huzursuz oluyorum, hayvanlardan korkuyorum, en çok da Doğa’nın başına bir şey gelmesinden çok korkuyorum” şeklinde yanıt verdi. Anne kaygılı bir kişiydi ve Doğa’yı büyütürken onu çok fazla korumuştu. Düşer diye koşmasına izin vermemişler, elini hiç bırakmamışlardı. Giderek bu tutumlarının Doğa’nın korkularını arttırdığını fark etmişler ve bundan vazgeçmişlerdi ama şimdi de Doğa onların yanından ayrılamıyordu.
Doğa ile korkuları üzerinde bilişsel davranışçı yöntemlerle çalışma planladık. Öncelikle korktuğu nesnelerin tümünü gözden geçirdi ve bunları en fazla korktuğu nesneden en az korktuğu nesneye doğru sıraladı. Korkularla baş etmeye çalışırken en az korktuğu şeyden en fazla korktuğu şeye doğru basamak basamak gideceğimiz açıklandı ve bir merdiven resmi üzerine korkuları yerleştirildi. Daha sonra en az korktuğu şey üzerinde konuşulmaya başlandı. Duygularla düşüncelerin bağlantısı, her korkunun altında yatan bir ya da birkaç düşüncenin olduğu açıklanarak onun korkularıyla bağlantılı olan düşünceleri araştırıldı. Odasında yalnız otururken değişik bir ses duyduğunda bunun cin, ruh gibi bir varlıktan geldiğini düşünüyordu, çünkü okuldaki arkadaşları ona bu tür varlıkların gelip çocukları götürdüğüne ilişkin hikayeler anlatıyorlardı.
Bu düşünceleri üzerine daha detaylı konuştuktan sonra duyduğu değişik seslerin başka nerelerden gelebileceği gözden geçirildi. Oda içinde gözleri kapalı olarak çeşitli sesler dinletilerek bunlar üzerinde düşünmesi istendi. Böylece evde ses duyduğunda aklına gelen ilk seçeneğe takılmayacak diğer seçenekleri de düşünecekti. Buna paralel olarak korkusunu derecelendirmesi öğretildi ve korku nesnesi aklına ilk geldiğinde korku düzeyinin daha yüksek olacağı ama dakikalar içinde bunun azalacağı açıklandı. Böylece korkuyu ilk hissettiği anda oradan uzaklaşmaz ve birkaç dakika kalmayı başarabilirse korkunun azaldığını görebilecekti. En az korktuğu şey olan odasında yalnız başına durabilmek konusu tüm detayları ile konuşulduktan sonra bunları evde denemesi istendi. Bir sonraki hafta geldiğinde artık odasında yalnız kalabilmeye başlamıştı. Bundan sonra her hafta basamaklardaki diğer nesnelerle ilgili konuşularak terapiye devam edildi. Terapinin sonunda Doğa korkularından büyük ölçüde kurtulmayı başarmıştı. Odasında yalnız uyuyabiliyor, okulda tuvalete yalnız gidebiliyor, banyosunu yalnız yapabiliyor ve sokakta arkadaşlarıyla oynayabiliyordu.
TARTIŞMA
Korkular canlıların tehlikelere karşı gösterdikleri en doğal tepkidir ve savunmayı sağlar. Yeni olan ve bilinmeyen şeyler daha çok korku verir. Çocuklar pek çok şeyi bilmediklerinden çok çeşitli korkular yaşarlar. Araştırmalar okul öncesi ve ilköğretim dönemindeki çocukların tümünde en az bir tür korkunun olduğunu göstermektedir.Her yaş döneminin farklı korku nesneleri vardır. Bebeklik döneminin korku nesneleri yüksek ses, değişik bir nesne veya ışıktır. İki üç yaş dönemindeki çocuklar yüksek ve farklı seslerden, elektrik süpürgesi, saç kurutma makinesi gibi aletlerden ve karanlıktan korkarlar. Dört beş yaşlarında karanlıktan, öcü, hayalet gibi başkalarından duydukları ya da hayallerinde canlandırdıkları yaratıklardan korkarlar. Bu korkular ilkokul çağında yerini hastalıklar, ölüm, hırsızlar, kaybolma gibi daha gerçekçi korkulara bırakır.
Gelişimsel olarak normal kabul edilen bu korkular için aşırı boyutta değillerse herhangi bir müdahalede bulunmak gerekmez. Ancak korkular çocuğu üzgün, gergin, endişeli bir hale getiriyorsa, sosyal iletişimini etkiliyor, okulda ya da evde bir faaliyet sırasında onu engelliyorsa veya kendini geliştirecek bir takım etkinliklerde bulunmasını engelliyorsa o zaman aşırı boyutta demektir.
Korkuların aşırı boyutlara ulaşmasının çeşitli nedenleri olabilir. Bunların başında ailelerin çocuklarını korumak adına çok fazla tembihte, uyarıda bulunmaları, olası tehlikelerden fazlaca söz etmeleri gelir. “Aman düşersin oraya çıkma, sokağa çıkma bir şey olur, koşma hastalanırsın…” gibi uyarılarla her an koruyup kollanan çocuklar ürkek olurlar, çevreyi tehlikelerle dolu ve güvenilemeyecek bir yer olarak algılarlar. Aileler uyarılarıyla farkında olmadan çocuklara içinde bulundukları dünyanın ne kadar tehlikelerle dolu olduğunu öğretmektedirler. Bu tür uyarıları fazlaca yapma gereksinimi duyan anne babalar ise genellikle kendileri de kaygılı, endişeli olan kişilerdir ve onlar için çocuklarını korumak adına bu uyarılar kaçınılmazdır. Çocuklara uyarıda bulunmak gereklidir ancak bunun yaşa uygun olması, gerçekçi olması, abartılı olmaması gerekir. Daha da önemlisi uyarıda bulunurken sakin olunmalıdır.
Bazı anne babalar ise söylediklerini yaptırabilmek için çocuklarını çeşitli şeylerle korkutmaktadırlar. “Bu ilacı içmezsen doktor gelip iğne yapar” diye uyarılan çocuk “doktor” ile korkutulmaktadır. “Dişlerini fırçalamazsan diş doktoruna götürürüm” sözünü işiten çocuk diş hekimine gitmeyi kötü bir şey olarak algılamaktadır. Doğa’nın annesi alışveriş merkezinde Doğa yanlarından ayrılmasın diye kaybolabileceğini, onu kaçırabileceklerini söylemişti ve bundan sonra Doğa’da kaçırılma korkusu başlamıştı. Çocuklarda sık olarak gördüğümüz Allah korkusu da din eğitiminin çocuğun gelişimsel düzeyine uygun olmayan bir yaşta verildiği ve “Allah baba taş eder, o her yaptığını görür, öbür dünyada cezanı çekersin…” türünden uyarıların fazla kullanıldığı ailelerin çocuklarında görülür.
Günümüzde korkuların aşırı boyutlara ulaşmasının en önemli nedenlerinden birisi de televizyon ve sinema filmleridir. Çocuklar cinayet, kaçırılma, hırsızlık gibi olayları haberlerde çok sık olarak duyuyorlar. Üstelik bu haberler daha çok izlenmesi için abartılı ses ve görüntü efektleri eşliğinde tekrar tekrar gösteriliyor. Çocuklar dünyayı bu tür tehlikelerle dolu bir yer olarak öğreniyorlar. Ruhlar, doğa üstü varlıklar ve bunlarla ilgili olayların anlatıldığı dizilerin yayına girmesiyle bunlardan korkan çok sayıda çocuk kliniklere başvurmaya başladı. Korku filmleri ve dizilerde izlenen korkunç görüntüler ve sesler çocukların belleğine kalıcı bir şekilde işleniyor ve daha sonra bunlar olmadan da sadece akıllarına getirmekle o anda duydukları yoğunlukta korkuyu yeniden hissedebiliyorlar. Bu nedenle çocuklar yanlarında erişkinler olsa bile yaşlarına uygun olmaya programları izlememelidirler. Hatta anne babalar haberleri bile çocukların yanında izlemekten kaçınmalıdırlar.
Korkuları olan çocukların ailelerinde korkuları olan en az bir kişi vardır. Hayvanlardan korkan, evde yalnız kalmak istemeyen, kapılara bolca kilit taktıran annelerin çocuklarının korkularının olmaması beklenemez.
Çocukların korkuları küçümsenmemeli, “Kocaman çocuk oldun hala yalnız yatamıyorsun, erkekler korkar mı”, “Büyüdün halen öcülerden, cinlerden korkuyorsun” gibi sert tepkilerle yaklaşılmamalı veya alay konusu edilmemelidir. Öncelikle aileler kendi korku ve kaygılarını gözden geçirmeli, olumlu örnek oluşturmalı, aşırı koruyucu kollayıcı tutumlarından vazgeçmelidir. Bundan sonra korkunun nedenlerini anlamaya çalışarak çocukla birlikte çözümler üretmeyi deneyebilirler. Çocuklar kendi buldukları çözümler üzerinden daha fazla başarı elde etmektedirler. Korkularının aslında bir temele dayanmadığını anladıklarında korkularından kurtulmaya başlarlar. Ama bu küçük küçük adımlarla yapılmalıdır. Karanlıktan korkan bir çocuk hiçbir zaman hemen karanlıkta kalmaya zorlanmamalıdır. Karanlıktan korkan bir çocukla, karanlıkta otururken ya da gözleri kapalı iken duyduğu seslere ad takma oyunu oynanabilir. Bir süre sonra duyduğu seslerin aydınlıkta duyduğu seslerden farklı olmadığını anlayacaktır. Çocuk hem karanlığa hem de odasında tek başına kalmaya alıştığı zaman bu ikisini birlikte denemeye hazır hale gelmiş olabilir. Ancak korkular çocuğun gündelik yaşantısını önemli derecede etkileyecek boyutlarda ise evde onunla birlikte bulunan çözümler işe yaramıyorsa bir uzmana başvurulmalıdır.