Psikanaliz, 1890'lı yıllarda, Viyanalı Nörolog Sigmund Freud tarafından ruhsal dünyamızın şifrelerini ayrıntılarıyla çözmek ve incelemek, araştırmak üzere kurulmuş olan bir derinlik psikolojisi ekolüdür. Psikanaliz kavramı, insanın ruhsal dünyasına dair tanımlama ve açıklama modelleri geliştirerek, bilinçdışı yaşantılarımızın psikodinamiğini anlamak üzerine temellenir ve terapi sürecinde, bir yanıyla içsel çatışmalarımıza bir yanıyla da insanlar arası ilişkilerde ortaya çıkan çatışmalarımıza odaklanır. Bu anlamda psikanaliz, bir tedavi ve terapi tekniğidir.
Psikanalizin temelinde tüm insanların bilinçdışı düşünce, duygu, arzu ve anılarına sahip olduğu inancı yatar. Psikoanalitik terapide (psikanaliz) asıl amaç, bastırılmış duygu ve deneyimleri açığa çıkaracak müdahalelerde bulunmak ve kişinin katarsis adı verilen bir tür duygu boşalımı yaşamasına olanak sağlamaktır. Bireyin yaşadığı sorunlar terapi sürecinde ancak bu sayede ele alınabilir ve “iyileştirilebilir”. Psikoanalitik görüşe göre, bireyin yaşadığı problemler bilinçdışı düşüncenin ürünüdür ve bugüne kadar saklandıkları için çeşitli semptomlara yol açar. Doğumdan itibaren gelişim sürecinde giderilmeyen ihtiyaçlar, çözülemeyen çatışmalar ya da bastırılmış travmalar, yaşamın ilerleyen dönemlerinde kendini çeşitli semptomlar aracılığıyla gösterir. Psikoanalitik terapide ise bugüne dek bastırılmış olan çatışmaların bilinçdışından bilince taşınması ve bireyin bu çatışmalarla sağlıklı şekilde baş edebilir hale gelmesi amaçlanır.
Hayatla başa çıkmamızı zorlaştıran ve ister güncel isterse geçmişe dayalı olan “ ACI ”larımızın (semptomlar) temelinde yatan ana nedene, yani bilinçdışı çatışmaya ulaşabilmek için serbest çağrışım yöntemini kullanır. Klasik psikanalizde, danışan/hasta, divana uzanır ve o esnada aklına gelen temel yaşantılarını (güncel ya da geçmişe dayalı), anılarını, deneyimlerini ve rüyalarını serbestçe dile getirir. Terapist ise, sakinlikle ve ilgiyle dinler. Hasta/danışan ile terapist arasındaki aktarım ve karşı aktarım süreçlerini kullanan terapist, hastanın konu edindiği yaşantılara dayalı yorumunu seans sırasında ya da sonunda hastaya aktarır. Bu yorumla hastanın, danışanın, bilinçdışı çatışmalarına dayalı farkındalığının arttırılması amaçlanır. Psikanalizde, danışan/hastaların kendi davranışları ve ortaya çıkan semptomlarla ilgili içgörüsü geliştirmesi amacıyla kullanılan çeşitli projektif test (Rorschach Mürekkep Testi, Tematik Algı Testi [T.A.T] gibi) ve yöntemler (serbest çağrışım, rüya analizi gibi) bulunur. Her türden ruhsal çatışma (depresyon duygu-durum bozuklukları, kaygı, bağımlılıklar, psikotik bozukluklar vs.) psikanalizin çalışma alanı dahilindedir.
Aile terapisi, aileyi bir bütün olarak ele almayı hedefleyen, 1950’lerden sonra gelişmiş, kanıta dayalı bir terapi türüdür. Aile terapisinde aile bir sistem, aile üyeleri ise sistemi oluşturan bireyler olarak ele alınır. Aile terapisinde amaç, doğrudan aile üyelerinden birinin yaşadığı ruhsal soruna odaklanmak değil; aile üyeleri arasındaki ilişki, iletişimle ilgili yaşanan sorunlar, çatışma gibi alanlarda ailenin konumunu anlamaktır. Aile terapisindeki anlayışa göre, sistemdeki bir birey değişmeye başladığında, diğer aile üyeleri de bu durumdan etkilenecektir. Dolayısıyla aile terapilerinde bireye değil, aileye odaklanılır.
Aile terapisi, aile üyelerinin tümünün (anne baba çocuk) ya da birkaçının katılımı ile yürütülür. Tek bir aile üyesi ile de aile terapisi uygulanabilir. Aile terapisinin bakış açısına göre, terapi odasında olmayan diğer aile üyeleri tıpkı birer hayalet gibi o esnada odada bulunur ve terapi odasındaki kişi tarafından temsil edilir. Aileye bir sistem olarak yaklaşılmasındaki temel felsefe de budur. Aile ile olan ilişki tarzı, bireyin düşüncelerine, duygularına, eylemlerine yansır.
Terapi seanslarında aile bireyleri, terapistle birlikte kendi ailelerinin işleyiş biçimini ele alır, tıkanıklık yaratan noktaları bulup alternatif çözümler üretmeye çalışır. Aile terapisi, ailenin bir sistem olduğu anlayışından hareketle, eşler arasındaki sorunlara odaklanan çift terapisi formatında da yürütülebilir. Terapiler ortalama on beş günlük aralarla birer saatlik ya da doksan dakikalık sürelerde uygulanır.
Çocuğunuzu psikoloğa ya da psikiyatriste getirmeniz gerektiği zaman ona, bir uzmana gideceğinizi ve bu uzmanın, sorunlarınızla ilgili olarak size yardımcı olacağını söyleyin. Yaşı ne olursa olsun bu açıklama yapılmalıdır. "Yaşadığımız problemlerle ilgili bize yol gösterecek birine gidiyoruz" diyebilmelisiniz.
Ayrıca çocuğunuza, görüşme sırasında karşılaşacakları hakkında önceden bilgi verebilirsiniz. Örneğin; sana birtakım oyuncaklar verecek, resim çizmeni isteyecek, sana bazı sorular soracak gibi açıklamalarda bulunmak, en doğru yaklaşım olur. Özellikle okul çağındaki çocuklara bu açıklamalar rahatlıkla yapılabilir. Çocuğunuza, yaşadığı kaygı ya da olumsuz duygularla ilgili olarak, ona yardım edecek bir uzman olduğu anlatılmalıdır.
Çocuğunuza bizim de danışacağımız şeyler var diyebilirsiniz. Çocuk ortak bir sorun için gidildiğini bilirse daha rahat davranabilir. Tüm bunların yanı sıra, ailenin terapi süreci ile ilgili tutumu (duygu, düşünce ve davranışları) çok önemlidir. Anne baba gergin ya da bir uzmana gitmek konusunda kaygılıysa, bu duygu muhtemelen çocuğa da yansıyacaktır. Dolayısıyla; öncelikle ailenin bu durumu kabullenip, rahat olması gerekir.
Ergenlik dönemindeki çocuk/gençler bazen kendiliğinden yardım almak isterken bazı durumlarda ebeveynlerin ısrarıyla terapi sürecine dahil olur. Bu gibi durumlarda çocuğunuza “senin adına konuştuğumuzda söyleyeceklerimiz eksik kalacak” ya da “senin orada bulunup kendini ifade etmeni önemsiyoruz” şeklinde mesajlar verilmesi önemlidir.
Pek çok aile/birey ilk görüşmeden itibaren sonuç almak ister. Psikoterapiye düzenli devam etmek, başvuru nedeninizle ilgili çözüm alabilmek için en önemli etkendir. Psikoterapi bir süreçtir. İlk başvurunuzun ardından yapılan ilk görüşme(bireysel psikoterapi, aile terapisi ya da çocuk görüşmeleri), ailenizle ilgili bilgilerin ve başvuru sebebine ilişkin öykünün alındığı değerlendirme görüşmesidir. İyi bir değerlendirme, psikoterapi sürecinin en önemli ögesidir.
Değerlendirmenin, danışanın yaşı ve konumuna göre pek çok ayağı olabilir: Çocuk/ergenle yapılan görüşmelerde, aile üyeleri (ebeveyn, kardeş) dışında çocuğun devam ettiği okuldan (öğretmen, rehber öğretmen gibi) bilgi alınması önemlidir. Bazı özel durumlarda ise danışanın onayıyla, aileden herhangi birinin (eş, ebeveyn) gibi bilgisine başvurma ihtiyacı duyulabilir.
Değerlendirme görüşmesi ardından psikoterapi için nasıl bir yol izleneceğine karar verilir. Psikoterapi sürecinde, her görüşme kendi içinde bir değerlendirmedir.
Pek çok danışan/çocuğu ile ilgili başvuruda bulunan aile, başvuru nedeniyle ilgili kaygı duyduğundan ya da yaşadığı belirtiler onu zorladığından ilk görüşmede, öneride bulunulmasını bekler. Ancak, iyi bir değerlendirme yapmadan ve yeterli bilgiye ulaşmadan verilecek öneriler danışana zarar verebilir, ihtiyacını karşılamaktan uzak olabilir. Bu gibi durumlarda da bireyin terapi sürecine olan inancı sarsılabilir.
Başvuru sebebine göre psikoterapiye devam süresi değişkenlik gösterdiğinden izlenmesi gereken seans sayısı hakkında kesin ifadeler kullanılamamaktadır. Bazı problemler, görece daha kısa sürede ele alınabilirken bazı durumlarda psikoterapi, çok daha uzun süre devam etmektedir.
Yaşadığınız zorluklar ertelendiği sürece gündelik hayatınızı etkilemekte ve sizi işlevsiz hale getirmektedir. Bu sebeple psikoterapide asıl odaklanan kısım, bireyin psikolojik iyilik halini arttıracak müdahalelerde bulunulmasıdır. Erken çocukluk döneminden itibaren deneyimlenen olumsuz olaylar (travma, kayıp, yas süreci vb.) ya da bugün karşılaştığınız sorunlar terapi sürecinde ele alınacak içeriği şekillendirir. Bu içeriğin yoğunluğuna, geliş nedenine, bireyin yaşına, içgörü düzeyine (yaşanan sorunlarla ilgili farkındalık), hayatında o sırada yaşadığı olaylara ve en önemlisi psikoterapiye bakış açısına göre terapiye devam edilmesi gereken süre değişmektedir.
Ruh sağlığı alanında çalışan uzmanların mesleki sorumluluk ve etik anlayış çerçevesinde en çok önem verdiği ilkelerden biri de “gizlilik”tir. Psikiyatrist ve psikologların danışanları ile aralarındaki görüşmeleri, konulan teşhis ya da önerilen ilaçlarla ilgili bilgileri kimseyle paylaşmamaları, mesleki gerekliliktir.
Psikiyatride tedavinin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi ve olumlu sonuç alınabilmesi için karşılıklı güven ilişkisi çok önemlidir. Kişilerin özel hayatlarıyla ilgili gizli tutulması gereken bilgilerin herhangi bir platformda yazılı veya sözlü olarak paylaşılmasını yasaklayan bazı düzenlemeler vardır; ancak gizlilik ilkesi, psikolog ve psikiyatristler tarafından daha çok mesleki ahlakın bir konusu olarak düşünüldüğü için bu konuda çok hassas davranılır.
Gizlilik ilkesi ile ilgili tek bir istisnai durum vardır: Bireyin kendine ya da bir başkasına zarar vermesi durumunda ya da bu olasılığın söz konusu olduğu durumda gerekli kişilere (aile üyeleri, bireyin doktoru gibi) haber verilir. Çocuk/ergenlerle yapılan görüşmelerde çocuğu/ergeni korumak adına bireyin kendine zarar verme olasılığı bulunan durumlarda, öncesinde bu bilgi çocuk/ergenle paylaşılarak aileye iletilir.
Zarar görme/zarar verme ilkesi ile ilişkili olarak Türk Ceza Kanunu 280. Maddesinde belirtildiği üzere ruh sağlığı çalışanları, belirli suçları (çocuğun istismarı gibi) ihbar etme yükümlülüğündedir ve bu yükümlülüğü ihlal eden ruh sağlığı çalışanına ceza yaptırımı uygulanmaktadır. 15 yaşını doldurmamış çocuklarla ilgili işlenen suçların bildirilmemesi durumu, Türk Ceza Kanunu 278. Madde gereğince cezayı ağırlaştıran hal olarak kabul edilmektedir.
Yukarıda bahsedilen istisnai durum dışında Kliniğimize gelen danışanların bilgileri ya da raporları diğer kişi ya da kurumlarla paylaşılmaz.
18 yaşından gün almış olan danışanlar hakkındaki bilgiler aile ile paylaşılmaz.
Terapinin sağlıklı sonuçlanabilmesi için, danışan ile doktor arasında güvene dayalı bir ilişki kurulması, danışanın anlaşıldığını ve kabul edildiğini hissetmesi gerekir. Bu şekilde bir ilişkinin kurulabilmesi için de danışanın düzenli olarak terapiye devam etmesi önerilir. Dinamik bir süreç olan terapi boyunca terapist, danışandaki değişimleri takip eder.
Başvurduğunuz sıkıntının ciddiyeti, bu sıkıntının ne kadar zamandır devam ettiği ve sıkıntınızın ne olduğuna bağlı olarak terapinin süresi değişebilir. Genelde bu sıklık haftada birdir ancak her danışan kendi terapistinin önerdiği zaman dilimlerine uymalıdır.
Terapi başı ve sonu olan bir süreçtir, ilaç kullanımında olduğu gibi terapiyi sonlandırmaya da terapistinizin karar vermesi gerekir.
Terapi ilişkisinin nitelikli olabilmesi için ayda birden daha sık geliyor olması gerekir.
Pek çok danışan birkaç görüşme ardından terapinin işe yaramadığını düşünüp süreci yarıda bırakmaktadır. Sizi uzun süredir etkileyen ve işlevsiz hale getiren düşünce ve inanç sisteminin, duyguların, yaşam olaylarının birkaç görüşmede ele alınması mümkün değildir. Kendiniz/aileniz/çocuğunuzun psikolojik iyilik halinin artması ve kalıcı değişim için aldığınız desteğin, bu desteği almadığınız zamanlarda da sürdürülebilir olması adına psikoterapiye devam etmek önemlidir.
Hayır. Depresyon tedavisi genellikle altı ayda biter, ancak ısrarla geri gelen, tekrar eden inatçı depresyonlarda bu süre daha da uzayabilir.
Depresyona eşlik eden, erken çocukluk dönemine dair ya da güncel olarak tekrar eden yaşam olayları depresyonun süresi ve şiddetini etkiler. Depresyonu tetikleyen yaşam olayları ortaya çıktığı dönemlerde birey, yeniden ilaç kullanma ihtiyacı duyabilir.
Doğru ilacı alıyorsanız, bu ilaçların uzun süre kullanılmalarında ciddi bir sakınca yoktur. Zaten uzun süre kullanılmak üzere üretildiklerinden, vücutta ciddi bir tahribat yapmazlar. Önemli olan bu ilaçların doktor gözetiminde kullanılmasıdır, çünkü hiç gerekmediği halde bu tür ilaçları uzun süre almak tahmin edileceği gibi kişi için zararlı olabilir, ruhsal dengeyi bozabilir. Tüm dünyada özellikle de bizim ülkemizde arkadaşlar ve komşular birbirlerine ilaç önerebilmekte, “bana iyi geldi, sen de al” gibi tavsiyeler yapabilmektedir. Bu tip tavsiyeler, sanıldığından daha büyük maliyetler çıkarabilir ve son derece yanlıştır. Ruhsal etkili ilaçlar mutlaka hekim gözetiminde ve denetiminde kullanılmalıdır.
Psikoterapi çok geniş anlamda düşünce, duygu ve davranışları, konuşma ve ilişki kurma yolları ile etkileyerek değiştirme ve iyileştirme demektir. Danışanın psikolojik iyilik halini arttırarak yaşadığı sorunlarla daha etkili baş etmesini sağlamanın yoludur. Psikoterapi; psikiyatri ve psikoloji biliminden elde edilen bilgiler ışığında, kişinin kendisi ve çevresi adına güçlük yaratan belirtilerin iyileşmesi için özel tekniklerin uygulanmasını içerir. Psikoterapide uzman ve danışan arasında olumlu yönde ilişki kurulması Terapötik ittifak olarak adlandırılır ve terapi sürecinin en önemli bileşenini oluşturur.
Dünyada kullanılan yüzlerce psikoterapi yöntemi olduğu bilinmektedir. Bu yöntemler içerisinde kanıta dayalı (etkililiği bilimsel araştırmalarca kanıtlanmış) çeşitli terapi türleri bulunmakta ve günümüzde bu yöntemler daha sıklıkla kullanılmaktadır.
Ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlar, danışanın başvuru sebebine, içinde bulunulan şartlara ve bireyin tercihine göre çeşitli yöntemler kullanabilmektedir. Uzman, belirli bir terapi ekolüne bağlı olarak psikoterapi uygulayabileceği gibi daha eklektik (farklı terapi türlerinden yöntemler kullanarak) müdahalelerde de bulunabilir.
Psikoterapi ekolleri, ortaya çıktıkları dönemdeki ihtiyaca hizmet edecek şekilde oluşturulmakta ve klinikteki uygulamalarda günümüzdeki ihtiyaca göre uyarlanmaktadır. Psikoloji bilimindeki farklı kuramlardan kökenini alan psikoterapi türlerinin temelini öğrenme ilkeleri, davranışçı kuramlar, psikodinamik yaklaşım, varoluşçu düşünce gibi farklı yaklaşımlar oluşturur. Psikoterapide kullanılacak yöntem, ihtiyaca ve bireyin beklentisine göre şekillendirilir: Bireysel psikoterapiler, grup psikoterapileri, aile terapileri ya da oyun terapisi olarak farklı uygulama alanları mevcuttur.
Günümüzde en sık kullanılan psikoterapi yöntemleri Bilişsel Davranışçı Terapi, Şema Terapi, Aile Terapisi, Psikodrama, Varoluşçu Terapi, Oyun Terapisi, EMDR olarak sıralanabilir.
Terapi türünden bağımsız olarak, son yıllarda psikoterapi araştırmaları terapide uzman ve danışan/hasta arasında kurulan ilişkiye önem vermektedir. Psikoterapideki ilişkinin yanı sıra danışanın içinde bulunduğu durum ve yaşadığı zorluklarla ilgili içgörüsü, farkındalığı bir diğer önemli değişkendir. Danışanın yaşadığı güçlüklerle ilgili farkındalığının artması, yaşadığı olumsuzluklar karşısında kendiyle ilgili kısımları görmesi ve kendi dışındaki kişi ve çevresel faktörlere atıfta bulunmak, sorunların sebebi olarak başkalarını görmek yerine kendi yaşam biçimini değiştirmek üzere sorumluluk alması psikoterapinin en temel çalışma alanını oluşturur. Bireyin, yaşamındaki iç çatışmalara rehberlik edecek sorgulayıcı bir benlik bilinciyle kendi yaşam biçiminin yaratıcısı olması üzerine çalışılır.
Psikoterapi bilim ve sanatın buluştuğu ortak noktadır. Bilimsel kuramlar ışığında danışanla ilişki kurmak, yansız ve tarafsız şekilde dinleyebilmek, yargılamamak, inançlar karşısında esnek kalabilmek psikoterapi sanatının en zor fakat en eşsiz yanını oluşturmaktadır.
Psikoloji; en yalın tanımıyla, insanın bilişsel süreçlerinin, davranışlarının ve duygularının neden oluştuğunu, nasıl oluştuğunu ve yerleştiğini, nasıl değiştirilebileceğini ve yordanabileceğini araştıran bilim dalıdır. Psikolog ise bu mesleği icra eden kişiye verilen ünvandır. Psikolog olabilmek için liseyi bitirdikten sonra psikoloji dalında eğitim veren dört yıllık lisans eğitimini tamamlamak gerekmektedir.
Ortalama olarak bir psikoloji lisans mezunu kuramsal ve uygulamalı 26 adet psikoloji kodlu dersi; yüksek lisans mezunu ise ortalama 15 adet psikoloji kodlu dersi almaktadır. Yüksek lisans düzeyinde uzmanlaşmak için bir öğrencinin ortalama 41 psikoloji kodlu ders alması gerekmektedir. Bu önemli bir yetkinlik sınavıdır ve psikolojinin yüksek standartlarının ciddiyetine işaret eder.
Bunun yanı sıra psikolojik testler, bu testlerin uygulanış biçimi ve yorumlanmaları konusu psikologların önemli sorumluluk alanlarından biridir ve değerlendirmenin vazgeçilmez bir parçasını oluşturmaktadır.
Psikoloji bilimi, deneysel ortamda çalışmalar yürüten Deneysel Psikoloji, Sosyal Psikoloji, Gelişim Psikolojisi ve bireylerin davranışsal ve duygusal sorunlarını ele alan Klinik Psikoloji gibi alt alanlara ayrılır. Psikoloji, günümüzde bu temel alanlardan türemiş 50 civarında uzmanlık alanı olan bir bilim ve meslek dalıdır. Diğer uzmanlık alanları olarak; Okul Psikolojisi, Sağlık Psikolojisi, Nöropsikoloji, Endüstri Örgüt Psikolojisi, Adli Psikoloji, Spor Psikolojisi, Trafik Psikolojisi, Psikometri sayılabilir.
Günümüzde, psikolog dendiğinde pek çok insanın aklına klinik uygulamalarda görev yapan, ruh sağlığı alanında hizmet veren meslek mensubu gelmektedir. Bu alanda yürütülen psikoterapi uygulamaları, klinik psikolojinin konusunu içermektedir. Psikologların çalışma alanları, insan davranışını içeren her türlü konuyu kapsar. Kişisel ilişkilerdeki güçlükler, sokakta ve evde şiddet, kendi sağlığımıza ve çevremize zarar veren davranışlarımız, okul problemleri, sınav kaygısı, boşanma süreçleri, fobiler, cinsel sorunlar, konuşma bozuklukları gibi bireysel sorunlar ve toplumsal sorunlar, psikologların ilgilendikleri sorunlar arasındadır. Psikologlar, bilimsel yöntemle bilgi toplama, bilgiyi analiz etme, önleme ve müdahale stratejileri geliştirme gibi yollarla sorunların çözümüne katkıda bulunurlar.
Psikiyatr veya psikiyatrist ruh sağlığı alanında çalışan tıp doktorudur. Bir psikiyatrist önce diğer tıp doktorları gibi 6 sene Tıp Fakültesinde okur. Buradan mezun olduktan sonra Tıpta Uzmanlık Sınavı’na (TUS) girer. Psikiyatri ana bilim dalında ihtisas yapacak puanı alanlar, aldıkları puanlara göre Türkiye’nin değişik yerlerindeki Üniversite veya büyük eğitim hastanelerinde ihtisas yapmaya başlarlar. Beş yıl süren bu asistanlık döneminde doktorlar bir yandan teorik anlamda hocalarından mesleğin inceliklerini öğrenirken, bir yandan da asistan olarak çalıştıkları hastanelerde, polikliniklere başvuran veya yatarak tedavi gören hastalara hizmet verirler.
Uzmanlık eğitimi sırasında, ilgi alanları doğrultusunda belirli bir konuda bilimsel araştırma yapar, böylece tezlerini hazırlar ve bu tez kabul edilirse yeterlilik sınavına girerler. Bu sınavı da kazanan doktor artık psikiyatri dalında uzman olmuştur.
Psikiyatristin psikologdan en önemli farkı “tıp doktoru” ünvanı sayesinde hastasına ilaç yazabilmesi yani medikal tedavi yapabilmesidir. Psikiyatristlerin sadece ilaç yazdığı, psikoterapi yapmadığı konusu yanlış bir görüştür. Psikiyatristler beş yıl süren ihtisas dönemlerinde farklı psikoterapi türlerini öğrenmekte ve uygulamaktadır. Bununla birlikte özellikle son çeyrek yüzyılda dünyanın her yerinde yapılan çalışmalar ve yeni buluşlar nedeniyle ruh biliminin giderek daha çok pozitif bir bilim dalı haline gelmesi, ruhsal hastalıklarda ilaç kullanımını öne çıkarmıştır.
Bu ilaçları hastalarına sadece ruh doktorları verebilir, ancak ilaçla birlikte hasta hekim arasında kurulan sıcak, yakın, içten bir ilişki biçimi tedaviyi her zaman hızlandırmakta ve daha kolay, daha çabuk sonuç alınmasını sağlamaktadır.
Ruhsal hastalıkların tedavisinde üç tür ilaç kullanılır. Kırmızı reçeteye tabi ilaçlar, yeşil reçeteye tabi ilaçlar ve hekimliğin diğer dallarında olduğu gibi beyaz reçeteyle satılan ilaçlar. Kırmızı reçete, bedende kısa sürede ciddi bağımlılık yapabilen ilaçlarda kullanılır. Psikiyatri bu tür bağımlılık yapabilen ilaçları çok sık kullanmaz. Psikiyatride kırmızı reçete özellikle dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi hastalıklarda kullanılır. Doktor kontrolünde kullanılan bu ilaçlardan çocuklar ciddi anlamda yarar görür. Ergenlik döneminde de genellikle bu tedaviye son verilir.
Yeşil reçeteye tabi sıkıntı giderici, rahatlatıcı ilaçlar psikiyatride çok sık kullanılır. Bu tür ilaçlar bedende bağımlılık yapmaz, alışkanlık yapabilir. Bunlar da mutlaka hekim kontrolünde kullanılmalı ve hekimin önerdiği dozların üzerine çıkılmamalıdır. Uzun süre kullanıldıkları durumlarda ilaçlar yavaş yavaş kesilmelidir.
Beyaz reçeteyle satılan psikiyatrik ilaçların bağımlılık veya alışkanlık yapma etkileri yoktur ancak bu ilaçlar da ani kesildiklerinde ciddi ruhsal ve bedensel tepkilere yol açabilirler. Bu nedenle bütün bu ilaçlar doktorunuzun önerisiyle kullanılmalı ve aniden değil, yavaş yavaş kesilmelidir.
Psikiyatri pozitif bir bilim dalıdır. Yani diğer tıp dallarında olduğu gibi ruhsal hastalıklarda da bedende, özellikle beynimizde bazı biyokimyasal değişiklikler olmakta ve ilaç tedavisi ile bu değişikliklere bağlı oluşan problemler düzeltilmeye çalışılmaktadır.
Bundan 30-40 yıl öncesine kadar hastaları sakinleştiren, kendilerine ve çevreye zarar vermelerini engelleyen uyuşturucu türü ilaçlar kullanılıyordu. Muhtemelen bu nedenle bugün hala psikiyatride kullanılan ilaçların bu tür uyuşturucu ilaçlar olduğu sanılmaktadır. Hatta pek çok tıp doktoru bile bu ilaçlara ihtiyatla yaklaşmakta ve hastalarının bu tür ilaçlar kullanmasına sıcak bakmamaktadır. Halbuki tıp dalları içinde son yüzyılın ikinci yarısında en büyük ilerleme ruh sağlığı alanında olmuş, nedeni pek bilinmeyen pek çok ruhsal hastalığın beyin enzimlerindeki değişikler, dengesizlikler yüzünden ortaya çıktığı bilimsel araştırmalarla kesinleşmiş ve bu bozuklukları düzelten ilaçlar hızla piyasaya sürülmüştür.
Merkezi sinir sistemini etkileyen hemen her ilaç, nöron adı verilen beyin hücrelerinin spesifik bölgelerine bağlanarak monoaminler diye adlandırdığımız serotonin, noradrenalin, dopamin ve bunlara benzer kimyasalların salınım ritimleri, metabolizmaları ve hücre içi faaliyetleri gibi fonksiyonlarını etkileyerek düşünce, duygu ve davranışlarımız üzerinde düzenleyici etkiler göstermektedir. Bu etkilerin yanında benzer mekanizmalar yan etkileri de ortaya çıkarmaktadır.
Antidepresan, antipsikotik, anksiyolitik, duygu durum düzenleyici ve psikostimülan ilaçların tamamı, kapsamlı muayene ve tetkiklerin sonrasında uygun tanı ile kullanıldığında depresif bozukluklar, bipolar affektif bozukluk, şizofreni ve benzeri psikotik bozukluklar, sosyal fobi, panik bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk gibi anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğu, bunama, yeme bozuklukları ve daha birçok psikiyatrik rahatsızlığın tedavisinde etkin ve güvenli bir şekilde kullanılabilir.
Gereksiz ilaç kullanımının önüne geçilebilmesi için mevcut şikayetlerin ayrıntılı bir şekilde değerlendirilerek tedavinin şekillendirilmesi gerekmektedir. Konunun uzmanları dışında önerilen tedaviler sağlığınızı olumsuz bir şekilde etkileyerek maddi ve manevi birçok kayba uğramanıza sebep olabilir. Doktor tarafından önerilen ilaçların düzenli kullanılması, ara verilmemesi, doktordan habersiz bu ilaçların kesilmemesi de tedavinin sonuçları açısından çok önemlidir.
Kendini mutsuz, çaresiz, güvensiz ve sıkıntıda hisseden, sorunlarına çözüm üretemeyen, insanlar arası ilişkilerde başarısız, kendini sevmeyen, beğenmeyen, sık sık kafasına bir şeyler takılan, geceleri uyuyamayan, yaşama sevincini kaybetmiş kişilerin mutlaka bir uzmana başvurması gerekir. Bu konuda sayabileceğimiz daha pek çok sorun vardır. Çeşitli korkular, bazı hareketlerin irade dışı tekrarı, tikler, baş edilemeyen kıskançlıklar, ani parlamalar, öfke nöbetleri, agresif ve kırıcı davranışlar, aşırı içe dönüklük, aşırı alınganlık, sık ağlamalar, toplumdan kopma, hayata karşı ilgisizlik, belli konulara takılıp kalma, çok uyuma, yataktan çıkmak istememe, aşırı tembellik, aşırı dağınıklık veya tam tersi aşırı titizlik vs. Aynı kişide bunların hepsi birden bulunmayabilir ama kişi kendini yetersiz, güvensiz ve en önemlisi umutsuz hissediyorsa bunu mutlaka psikolog ya da psikiyatrist ile paylaşmalıdır.
Bunun yanı sıra çocuklar ve ergenlerde gözlenen davranım problemleri, kaygı, depresyon gibi belirtiler, uyum güçlüğü, öfke kontrol problemi, dikkat eksikliği, gelişimsel gecikme ya da geriliğe dair şüphe içeren durumlarda da çocuklara temel bakım veren kişilerin çocuk adına psikiyatri kliniklerine başvurusu önemlidir. Erken dönemde tanılanan gelişimsel gecikme ya da davranım problemlerine ilişkin tabloda erken müdahale ve psikoterapi süreci sayesinde çocuk/ergenlerin sağlıklı şekilde büyümesi ve psikolojik iyilik halinin arttırılması sağlanmaktadır.
Psikiyatri Merkezinden yardım almak için hasta olmak gerekmez. Ancak gelişmemiş veya yeni gelişmekte olan ülkelerde, yalnızca ciddi ruhsal bozukluğa dair belirti gösteren hastalar psikiyatri hastanelerine götürülmekte ve bu hastalar genellikle büyük depo hastanelerde yatarak tedavi görmektedirler. Gelişmiş Batı Ülkelerinde ruhsal rahatsızlık yaşayan hastalar için büyük depo hastaneler yavaş yavaş yok olmakta, yerini daha küçük, modern, spesifik konularda hizmet veren butik klinikler almaktadır. Çünkü bütün dünyada genel eğilim ruhsal hastalık yaşayan bireylerin hastanelerden çıkarılıp, toplumun içinde, özellikle ailelerinin yanında tedavi görmeleri yönündedir. Çünkü akıl hastanelerinde uzun süre kalan hastalar normal diyebileceğimiz insanlardan yani toplumdan, çevrelerinden tamamen kopmakta ve zamanla hayata uyum sağlamaları giderek daha da zorlaşmaktadır. Bununla birlikte bazı özel durumlarda ruhsal bozukluğa dair ciddi belirti gösteren hastaların bir süre psikiyatri kliniklerinde yatarak tedavi görmeleri hem hasta hem de ailesi açısından faydalı bir durumdur.