Uzman Makaleleri

Türsel Mutluluk Ortaklıkla Mümkündür - Madalyon Psikiyatri Merkezi

Türsel Mutluluk Ortaklıkla Mümkündür

Bilinç: Bilinç,  kişinin kendisine, yaşantılarına, çevresine, öteki kişilere ve bir bütün olarak içinde yaşadığı evrene ilişkin farkındalığıdır. Peki bizler ‘bilinci açık’ bireyler olarak kendimizin, çevremizin ve yaşadığımız evrenin gerçekten farkında mıyız?

Eğer güneşimiz, bir kitaptaki  ‘i’ harfinin tepesindeki nokta büyüklüğünde olsaydı; Samanyolu galaksisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin (A.B.D.) yüzölçümü büyüklüğünde olurdu. Evrende toplam 200 milyar galaksi olduğunu düşündüğümüzde 200 milyar A.B.D. büyüklüğünde bir evrende ‘i’ harfinin noktasının yörüngesinde dönen bir gezegende yaşadığımızın farkında mıyız?

Peki, tahayyül sınırlarımızı aşan bu büyüklükte bir evrende, bir toz zerresinin üzerinde yaşayan biz insanoğlu, kendimizin, çevremizin ve öteki kişilerin gerçekten farkında mıyız?

Sağlıklı bir insan beyni, milyarlarca sinir hücresi ve trilyonlarca sinaps adı verilen, sinir hücreleri arasındaki, bağlarla örülmüş, saniyede yaklaşık 20 katrilyon işlem kapasitesine ve 200 terabayt hafıza kapasitesine sahip muazzam bir bilgi ağıdır. Türk düşünür Tahir Musa Ceylan, ‘… bu kadar gelişkin bir yapının, sadece kendi bedeninden ve çevresinden gelen uyarılarla uğraşması verimsiz bir durumdur, bu nedenle beynin çok daha geniş bir sistemin içinde çalıştığını, başka beyinlerle, kişilerle zannettiğimizden daha sıkı bir ilişki içinde olduğunu kabul etmemiz gerekir’1 diyerek başta sorduğumuz soruya yani kendimizin, çevremizin ve öteki kişilerin farkındalık düzeyine heyecan verici bir bakış açısı getirmiştir. Bu bakış açısıyla, insana ait zihinsel süreçler, sadece tek bir beyine indirgenebilecek bir yapı değildir, evrenin sonsuzluğuyla paralel sonsuz ve açık bir sistemdir1. Einstein, ‘ hayal gücü bilgiden daha önemlidir, çünkü bilgi şu anda bildiklerimiz ve anladıklarımızla sınırlıdır, hayal gücü ise bütün dünyayı kucaklar’  sözüyle zihinlerimizde kayıtlı, insanlığın ortak bilgi havuzundan bahsetmiş olabilir mi? Ya da Nietzsche, ‘uyurken ve rüya görürken, bizden önceki insanlığın tüm düşüncelerinin içinden geçeriz’ sözüyle insanlığın ortak bilgi mirasının, hepimizin zihninde bulunan fakat bilinçli çabayla ulaşamadığımız, bilinçdışı bir alanda saklı olduğunu mu işaret etmektedir?

İnsan zihninin, türsel bir havuzdan beslendiğine yönelik düşünceler, sadece psikiyatrist ya da psikologların değil nörobilimcilerin de ilgisini çekmiş ve araştırmalarına konu olmuştur. Nörobilimci Prof. C. Keysers, insan zihninde, toplumsal bilişle ilgili birçok önemli işlemin gerçekleştiği, bilinçli aklın dışında bir alan olduğunu, ‘ sanki beynimiz bizi toplumsal hayvanlara dönüştürmek için gizli tellerle örülüdür, insanlar, zihinleri aracılığıyla, birbirine güçlü bir şekilde bağlanmış toplumsal hayvanlardır’ sözleriyle dile getirir 2.

Ünlü hayvanbilimci Richard Dawkins, guguk kuşlarıyla yaptığı çalışmalarda, guguk kuşu yavrusunun yumurtadan çıkar çıkmaz, yuvada bulunan kendisine rakip olarak gördüğü diğer yumurtaları sırtında taşıyarak yuvadan aşağıya attığını belirtir 3. Guguk kuşu yavrusu, doğar doğmaz ne yapması gerektiğini programlayan bütün bilgiyle sahip olarak dünyaya gelmiş gibidir. Bu durumu, Dawkins’ in ‘bir beden, gerçekte bencil genleri tarafından programlanmış bir makinedir’ sözünden daha iyi ne açıklayabilir? Dawkins yaptığı çalışmalar ışığında ‘mem’ teorisini ortaya atar, ve ‘mem’ adını verdiği bir nevi sosyolojik genlerin varlığından bahseder. ’Mem’ sözcüğü,  Yunanca ‘mimeme’  Türkçe anlamıyla ‘ taklit edilen şey’ kelimesinden türetilmiştir. Caddis böceklerinin yuvalarını yapma biçimlerini inceleyen Dawkins, bu böceklerin hangi şekilde hatta hangi yumuşaklıkta taşları kullanması gerektiği bilgisinin genler aracılığıyla kodlandığı düşüncesini dile getirirken, ezgiler, sloganlar ve fikirlerden, eşya yapımına kadar insan hayatını şekillendiren davranışlara ait bilgilerin, ‘memler’ aracılığıyla nesilden nesile aktarıldığını iddia eder. Bu aktarımı tıpkı genlerin, eşey hücreleri aracılığıyla bedenler arası geçip gen havuzunda kendilerini çoğaltmalarına benzetir, fakat memlerin, çağdaş genlerin düzgünce eşleşmiş, kromozomsal düzenleri yerine, ilksel çorbada düzensiz bir özgürlük içinde yüzdüklerini dile getiren Dawkins, ‘ bir fikir memi, bir beyinden diğerine iletilebilme kapasitesine sahip bir varlık olarak tanımlanabilir, öldüğümüzde ardımızda bırakabileceğimiz iki şey var; genler ve memler. Bizler genlerimizi sonraki kuşaklara aktarmak için yapılmış gen makineleriyiz’ der 3. Kültürel özelliklerin nesiller arası geçişine ve evrilmesine aracılık ettiği iddia olunan ‘mem’ teorisinin kendisinde yarattığı şaşkınlığı Dawkins, ‘ biz biyologlar genetik evrim düşüncesini öylesine benimsedik ki, bunun olası evrim türlerinden yalnızca bir tanesi olduğunu unutmaya meylediyoruz’  sözleriyle dile getirir 3.

Tahir Musa Ceylan,  beyinlerimizin bir kişinin değil toplumun organı olduğunu ve topluluk tarafından yaratıldığını iddia ederken, ‘bugün yaşayan herhangi bir insanın başlangıcı doğum anı değil, türün başlangıç zamanıdır’ sözlerini dile getirir1. Daha önce bahsettiğimiz Einstein ve Nietzsche’ nin konuyla ilişkili sözlerini düşündüğümüzde, Ceylan’ ın bu düşüncesi pek de temelsiz değildir. Nietzsche’ nin, uykunun bizleri, bizden önceki tüm insanlığa bağlayan bir araç olduğunu ifade ettiği düşüncesine paralel olarak Ceylan, ‘rüyalar sadece, uyanıkken nesne dünyası içinde yaşanan tecrübelerin tekrar oynatılmasından ibaret değildir, rüyalar ortak benliğin sahip olduğu kayıtlarla nesne dünyasından taşınan bilginin harmanlanması durumudur’ diyerek nesiller arası bir bilgi bağına dikkat çeker 4.

‘Keşfedilmemiş’ Bilinç dışı:

Zihinsel süreçlerin ortak türsel kayıtlarla ilişkili olabileceğine yönelik düşünceler, İsviçreli psikiyatrist Carl Gustav Jung’ un ‘kollektif bilinçdışı’ kavramı ile psikiyatri dünyasında dile getirilmeye başlanmıştır. Jung, ‘bilinç gelişimi ne olursa olsun, her uygar insan, ruhunun derinliklerinde arkaik (en eski, orijinal) bir insan olmaya devam eder, insan vücudu bizi nasıl memelilere bağlıyorsa ve sürüngenler çağına kadar uzanan evrimsel sürecin hatıralarını taşıyorsa, insan ruhu da başlangıcına kadar izlerini takip ettiğimizde, sayısız arkaik özellikler gösteren bir gelişimin ürünüdür’ diyerek zihinsel süreçlerin ortak türsel kayıtlarla ilişkisine atıfta bulunur5. Tahmin edileceği gibi bu kavram, ilk ortaya çıktığı dönemde, bilimsel camiadan sert ve alaycı eleştirilere maruz kalmıştır fakat artık,  Jung’ un fikirlerinin, daha önce açıklamaya çalıştığımız gibi, günümüz biliminde saygın bilim insanları tarafından olabilirliği tartışılmaktadır.

Türsel Ortaklık:

İnsanoğlu, bütün fiziksel kısıtlılıklarına ve zayıflıklarına rağmen besin zincirinin en tepesinde yer alan, yaşadığı gezegeni ve gezegende yaşayan diğer türleri kontrol eden, bununla yetinmeyip gezegenin dışına gözünü dikmiş, şu ana kadar bildiğimiz kadarıyla evrendeki en gelişmiş türdür. Peki bizler, fiziksel gücümüzün ve sınırlarının, gezegenimizdeki diğer pek çok türle kıyaslanamayacak derecede zayıf olmasına rağmen bunu nasıl başardık?

İnsanoğlunu gezegendeki diğer türlerden ayıran ve üstün kılan tek şey yalnızca, bilinçli olduğunun bilincinde olması mıdır? Bu soruya, cevabımız ‘kısmen evet’ tir. Bilinçli olduğunun bilincinde olmak insanlığa, kendisinin ve diğer insanların hatta diğer türlerin duygu, düşünce ve davranışlarını izleme, tahminler yürütme ve önlemler alabilme kabiliyetini kazandırmıştır. Fakat bir tür olarak fiziksel zayıflığımız göz önüne alındığında insanlığın besin zincirinin en tepesine tırmanabilmesi için, bu kabiliyete ek olarak bir bütün halinde hareket edebilme özelliği de gereklidir. İnsanoğlunu bir bütün halinde gelişkin bir yapı olarak örgütleyen bir ortaklık içgüdüsü fiziksel zayıflığı türsel avantaja dönüştürebilir. Bir ceylan yavrusu doğar doğmaz birkaç denemeden sonra rahatlıkla yürüyebilir hatta koşabilir fakat bir insan yavrusunun yürüyebilmesi için ortalama en az 1 yıl gerekmektedir. İşte bu noktada; Tahir Musa’ ya göre insanoğlundaki ortaklık içgüdüsünün kökeni, insan yavrusunun hayatta kalabilmesi ve bakımı için sürdürülen ortak çabada ve kuşaklar boyu süren bu çabanın içgüdüsel bir karakter kazanıp ortaklık içgüdüsüne evrilmesinde yatmaktadır 4. Tahir Musa, Ortak Benlik isimli kitabında,  insanoğlunu, su yüzeyinde ayrı ayrı kafaları görünen fakat su altında el ele tutuşup bir bütün halinde hareket eden bir yapı olarak niteler ve insanların birbirlerinden farkının, ancak, bir masa taşırken yükü önden ya da arkadan tutmakla oluşan, birinin sırtında diğerinin göğsünde oluşmuş, nasırlar kadar olduğunu vurgular1.

Jung’ a göre, birey yaşlanırken, içinden çıktığı kolektif psişenin içine damla damla erir, kendi kuyruğunu ısıran Uroboros gibi, insan yaşamında başlangıç ve son birbiriyle kesişir, bu düşünceye göre; ölüm bir son değildir, sadece bir geçiş durağıdır, ‘ebedi akıntıya’ bir geri dönüştür. Bu anlayış insan yaşamının anlamının sadece bireysel çıkarlarının elinde olamayacağı düşüncesini doğurur ki ancak bu fikir sayesinde, fiziksel zayıflıklarımıza rağmen,  türsel bir gelişim gösterebiliriz6.

Şu ana kadar açıkladığımız türsel ortaklık düşüncesinin, somut, elle tutulur kanıtlarını, kendi bedenimizde bulabiliriz. Bir insan bir duygu yaşadığında ya da bir eylemde bulunduğunda beyninde sinirsel bir ateşleme olur, bununla birlikte beynimizde öyle özelleşmiş hücreler vardır ki; gözlemlediğimiz bir başkası, bir duygu yaşadığında ya da bir eylemde bulunduğunda sanki kendi bedenimiz o duyguyu ya da eylemi gerçekleştiriyormuş gibi elektriksel aktivite gösterir, bu hücrelere ayna nöronlar denir, bu hücreler, bizi çevreleyen kişilerin davranış ve duygularına, o kişiler sanki  bizim fiziksel bir parçamızmış gibi ayna tutarlar,  bir nevi bizi toplumsallaştırırlar2. Dünyaca ünlü Hindu nörolog Ramachandran, ‘tahmin ediyorum ki DNA’ nın keşfinin biyolojide yaptığı devrimi, ayna nöronları psikolojide yapacaktır’ sözleriyle bu sinir hücrelerinin önemini dile getirmiştir. Tahir Musa, ayna nöronları, hepimizin ortak bir ritim tutturmamıza ve tek canlının uzuvları gibi davranmamıza neden olan ana biyolojik yapı olarak tanımlar1. Ayna nöronların başkalarının duygularını içselleştirme üzerine işlevleri, ahlaki değerlerin varlığını anlamamıza yardım eder, bu konuda Keysers, empatik beyin isimli kitabında şöyle der; ‘ayna nöronlar aracılığıyla başkalarına yardım, kendimize yardım anlamına gelir ve paylaşılan bir sevinçten dolayı kendimizi iyi hissederiz. Buna karşılık; başkalarına zarar vermek, paylaşılan bir acıdan dolayı kendimize zarar vermek anlamını taşır’ 2.

Ortak Benlik:

Daha önceki nesillerin yaşam tecrübelerinden edindikleri bilgi, tıpkı bir göz rengi, saç rengi kalıtımı gibi nesilden nesile aktarım göstermektedir. Bunu, yeni doğan bir bebeğin reflekslerini inceleyerek görebiliriz. Örneğin arama-emme refleksini ele alalım, yeni doğan bir bebeğin yanağına hafifçe dokunduğunuzda, ağzını açar ve dokunulan tarafa ağzını çevirir, bu bebeğin beslenmesi için gerekli bir reflekstir, bebeğin memeyi bulmasını sağlar, sanki bebek doğduğu andan itibaren bir meme tarafından besleneceğini bilgisine sahiptir. Tahir Musa bunu ‘insan, boş bir masanın (tabula-rasa) üzerine nesnelerin çizdiği bir resim değildir, aksine onun içinde yeryüzünün bir resmi vardır’ şeklinde açıklamaktadır4. Peki bebeğin içine bu resmi çizen nedir? Bu soruya kavramın sahibi Tahir Musa’nın sözleriyle cevap verelim, ‘Bunun cevabı ortak benliktir. Ortak benlik, insan türünün geçmişinde yaşamış milyarlarca üyesinin, yeryüzüne ilişkin aktardığı derin ve geniş bir bilgi birikimidir, bebek yeryüzüne gelirken bu bilginin tamamına sahiptir’4.  Daha öncede açıkladığımız gibi, insan, nesnelerden aldığı bilgiyi epigenetik mekanizmalarıyla genlerine aktarır, dolayısıyla genetik yapı olağanüstü bir bilgi yükü olarak tek ve ilk yapıdır. Dawkins bunu ‘evrenin herhangi bir yerinde yaşamın ortaya çıkması için gerekli tek tür varlık ölümsüz eşleyicilerdir (kalıtım materyalleri)’ sözleriyle dile getirir3. İnsanlık tarihi boyunca yaşam tecrübelerinden doğan bu muazzam bilgi nesilden nesile kalıtım zincirine katılarak ortak benliği zenginleştirir. Tahir Musa, ortak benliğin oluşumunu değerlendirirken; ‘bin yıllardır akan ve insanlığın tecrübelerinden zenginleşen bu muazzam bilginin, kendisi hakkındaki kanaati ortak benliktir, ortak benlik, bu güne kadar yaşamış insan türüne ait her bireyin kendisiyle ilgili intibaların (bir anlamıyla benliklerinin) bütünleyici toplamıdır’ fikrini savunur1. Ortak benlik, her insanda daha cenin aşamasında bulunan, insanlık tarihinin ortak bilgisinin bütünüdür. Jung’ a göre; birey, kendi psişesinde bu bilgi alanını açabilirse ya da bu bilginin farkındalığına ulaşabilirse, soyutlanmışlıktan kurtulur ve sonsuz kozmik süreçle bütünleşir6.

Türsel Mutluluk:

İnsanoğlunun, cevabını en çok merak ettiği sorulardan biri ‘Evrende yalnız mıyız?’ sorusudur. Bu sorunun cevabını bulabilmek için, gelişmiş batı ülkeleri her yıl milyarlarca dolarlık yatırımlarla yeni araştırmalar yapmaktadırlar. 200 milyar A.B.D. büyüklüğünde bir evrende ‘i’ harfinin noktasının yörüngesinde dönen bir gezegende yaşayan yapayalnız insanoğlu, kozmik yalnızlığına çare ararken, kendi kişisel yalnızlığının farkında mıdır? Metroda ya da otobüste giderken, ya da bir sokakta dolaşırken insanların yüzlerine baktığınızda ne görüyorsunuz? Mutlu yüzler mi? Yoksa birbirinden kopuk binlerce mutsuz dünya mı? Bizler, kendi somut dünyamızı arkasına sakladığımız, sanal gerçekliğin pençesinde çaresizce debelenirken, tuşlara her bastığımızda ortaklıktan daha da uzaklaştığımızın farkında mıyız? Mutluluk ortaklıktadır çünkü ancak bir tür olarak insanoğlunun bir parçası olduğumuzu fark ettiğimiz anda, birbirinden kopmuş, yere düşmüş, sararmış, yapraklar gibi savrulmak yerine, aynı ağacın gövdesinde yeşeren birer dala dönüşeceğiz. İşte o zaman, bir tür olarak hareket edip, açlığı, fakirliği ve savaşları ortadan kaldırabileceğiz, bir bardak su için sıra bekleyen Afrika’lı küçük bedenler yerine kara kıtanın mutlu çocuklarının gülümseyen yüzlerini göreceğiz fotoğraflarda ya da hiçbir baba, düğününde mutluluğu paylaşmak yerine, oğlunu gömmek zorunda kalmayacak Ortadoğu’da.

Sonuç:

Bu yazının yazarının şahsi düşüncesi odur ki; türsel ortaklıkla ilgili bu araştırmalar, sadece nöropsikiyatri ya da genetik biliminde çığır açıcı buluşlar saptanmasına yol açmakla kalmayacak, bir tür olarak tüm insanlığın hayatta kalabilmesi, daha gelişmişe doğru evrilebilmesi ve türsel mutluluğun kapısını aralayabilmesi için bir rehber olacaktır.

KAYNAKLAR

  1. Ceylan T.M. Ortak Benlik Nörofelsefi Temellendirme. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012.
  2. Keysers C. Empatik Beyin. A Eper (Çev.), İstanbul: Alfa Yayın, 2011.
  3. Dawkins R. Gen Bencildir. E Karaarslan (Çev.),İstanbul: Kuzey Yayınları, 2014.
  4. Ceylan T.M. Nesne Benliği Psikofelsefi Bütünleştirme. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013.
  5. Jung C.G. Keşfedilmemiş Benlik. B İLHAN, C.E. Sılay (Çev.), İstanbul: Barış İlhan Yayınevi, 2010.
  6. Jacobi J. C. G. Jung Psikolojisi. M Arab (Çev.), İstanbul: İlhan Yayınevi, 2002.

Uzman Bilgisi

Dr. Mustafa TATLI
Psikiyatrist
  • Üniversite : Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi (İngilizce)
  • Uzmanlık : Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Yazıları

Güncel Psikoloji Yayınlarımız

Yardıma ihtiyacınız var mı? Size ulaşalım.