Keşfedilmemiş Ortak Benlik

Keşfedilmemiş Ortak Benlik

Jung’ un, kolektif bilinçdışı kavramını da içeren, kurucusu olduğu analitik psikoloji kuramına göre bilinçli ve bilinçsiz psişik süreçlerin bütününe ‘psişe’ adı verilir. Bu kurama göre, kendimiz ve çevremiz hakkında bildiğimiz her şeyi psişe aracılığıyla algılarız. Jung’a göre, bireysel bilinçli olma hali ölümle sonlansa da psişik süreçler, ölümle kesintiye uğramak zorunda değildir, psişenin zaman ve mekan tarafından kısıtlanabilmesi mümkün değildir, çünkü bilinç dışındaki her şey, zaman ve mekandan bağımsız bir şekilde kendini göstermektedir (Jaocbi 2002).

Jung, psişenin içerenlerini, bilinç, bilinç dışı ve bilincin bir öznesi olarak nitelediği ‘ego’ olarak belirtmiştir. Bu yapıda; bilinç, tüm insalığı kucaklayan sonsuz bilinç dışı okyanusunda bir ada gibidir (Jacobi 2002). Jung’ a göre, insanoğlunun esas tavrını belirleyen, genel kanının aksine; bilinç değil, bilinç dışıdır, çünkü O’na göre, yaşamamızın büyük bir çoğunluğunu uyuyarak ve hayal kurarak bilinç dışı süreçlerle geçirmekteyiz. Bilinç, kişisel reaksiyonlarla nesne gerçekliğine cevap verirken, bilinç dışı, insanoğlunun deneyimlerinden doğan, bireyin içsel ihtiyaçlarına uyumlu bir reaksiyon gösterir ve ancak bu şekilde psişenin bütünlüğüne uygun bir tavır sergilenebilir (Jacobi 2002). Jung’un bakış açısıyla, bilinç dışı, bilincin bastırılmış malzemelerinin saklandığı bir atık deposu değildir bu düşünceye göre bilinç dışı kişisel ve kolektif bilinç dışı olarak iki bölüme ayırılır. Bilinç dışının kolektif bölümü, bireysel egomuza özgü birikimlerimizi içeren kişisel bilinç dışından farklı olarak, kalıtsal ruhsal işleyişin içeriklerini kapsar, yani kolektif bilinç dışı, insanoğlunun evrim sürecinde elde ettiği ve her bireyin yapısında yeniden doğan spiritüel mirası içerir (Jacobi 2002).  Jung’ un ‘kollektif bilinçdışı’ kavramı, zihinsel süreçlerin ortak türsel kayıtlarla ilişkili olabileceği düşüncesine vurgu yapar. Jung, ‘Bilinç gelişimi ne olursa olsun, her uygar insan, ruhunun derinliklerinde arkaik bir insan olmaya devam eder, insan vücudu bizi nasıl memelilere bağlıyorsa ve sürüngenler çağına kadar uzanan evrimsel sürecin hatıralarını taşıyorsa, insan ruhu da başlangıcına kadar izlerini takip ettiğimizde, sayısız arkaik özellikler gösteren bir gelişimin ürünüdür.’ diyerek zihinsel süreçlerin ortak türsel kayıtlarla ilişkisine atıfta bulunur (Jung 2010).

Ortak Benlik ve Epigenetik Kalıtım

Kalıtım üzerine son yıllarda yapılan çalışmalar, nesilden nesile aktarımın yepyeni bir boyutu olduğunu göstermektedir. Epigenetik adı verilen bu yeni boyut, DNA dizilişinde bir değişiklik olmamasına rağmen, organizmayı doğrudan etkileyen gen ifadesi değişikliklerini kapsar. Epigenetik mekanizmalar doğrudan ya da dolaylı yolla olabilmektedir, dolaylı yoldan olan değişiklikler,  çevresel bilginin, kodlayıcı RNA (mRNA) üzerinde etki göstererek, protein sentezinde yaptığı değişiklikler şeklinde iken doğrudan olan değişiklikler, direkt DNA düzeyindeki ya da kromatin düzeyindeki modifikasyonlarla gerçekleşir. Bu mekanizma ile genlerimiz sadece kendi bedenimize etki etmekle kalmayan, günlük yaşamda karşılaştığımız canlı ve cansız çevremizi direk ya da dolaylı olarak etkileyen bununla birlikte bizden sonraki nesillerin yaşam tecrübelerine de etki gösteren bir programa sahip olmuş olurlar.

Tahir Musa Ceylan (2012), epigenetik mekanizmaları, çevreden gelen bilginin ışığında çalışan ve çevre bilgisini içine alan gen süreçleri olarak yorumlar ve türümüze ait zihinsel kayıtların epigenetik mekanizmalarla nesiller arası geçişini ortak benlik kuramıyla detaylandırır. Tahir Musa’ ya göre insan yavrusu ebeveynlerinin toplamı değil bütün bir insanlığın ortalamasıdır, bu sebeple taşıdığı benlik ortak bir benliktir ve bu ortak benliğin kökleri bizde ya da türümüzde değil canlının başlangıcındadır (Ceylan 2012).

Ortak Benlik ve Psikopatoloji

Jung’ a göre psişik sistem, sürekli bir enerji hareketi göstermektedir, bu enerji akışının ya da bu enerji hareketinin, ‘ilerleyen’ ya da ‘gerileyen’ hareketler olmak üzere iki farklı yönü vardır. İlerleyen hareket, yaşamın bilinçli taleplerini algılama, bunlara uyum gösterme şeklinde iken gerileme hareketi, ilerleyen hareketle uyum başarısız olduğunda, bilinç dışına yoğunlaşma şeklindedir (Jacobi 2002). Ceylan’ ın ortak benlik kuramına göre, doğumla birlikte ortak benlik dış dünyayla karşılaşınca yeni bir şekil almaya başlar, dış dünyanın ortak benlikte oluşturduğu temsillerle oluşan bu yeni şekle ‘nesne benliği’ adı verilir ve her birey, doğum anından itibaren ortak benliğe bağlı bir nesne benliği oluşturmak üzere ‘dışlaşmaya’ başlar (Ceylan 2012). Jung’ un tarif ettiği psişenin dış dünyayla uyum sürecinde göstermiş olduğu ilerleyen ve gerileyen hareketlerine benzer şekilde, nesne benliği ve ortak benliğin kişi üzerindeki etkisi bir psikolojik hemostaz (denge) sağlamak içindir. Kişi, nesnelerle karşılaştıkça dışlaşır ve her birey, ortak benlik ağacına bağlı birer dal gibi nesneler dünyasında ‘uçlaşmaya’ başlar. Nesneler dünyasından kişinin hayat süresi boyunca edindiği bilgi, dışlaşma mekanizmasıyla edinilir ve sonunda ortak bilgi havuzuna yani ortak benliğe kazandırılır, dışlaşmanın amacı nesnelerden bilgi çıkarmaktır ki bu bilgi, ortak benliğin yapı malzemesidir.

Ortak benlik ve nesne benliğinin yarattığı psikolojik hemostaz, her bireyde her zaman olması gerektiği gibi işlemez ki bu durum psikopatolojilerin gelişmesine sebep olur. Olması gereken bir dışlaşma; ortak benliğin amacına hizmet eden yani nesneden gerekli bilgiyi çıkartan, fakat bu bilgiyi çıkarırken nesne dünyasının şartlarına uygun hareket eden bir dışlaşmadır. Nesneden yeterli bilginin çıkartılamadığı ya da nesne dünyasının şartlarına uygun olmayan dışlaşma hareketleri psikopatolojilerle sonuçlanacaktır. Bu düşünceyle psikopatolojilere ‘dışlaşma bozuklukları’ gözüyle bakabiliriz. Ceylan bu düşünceyi;  ‘psikolojik bozuklukların görünen yüzü, bozulmuş psikolojik hemostazisi düzeltmek için nesne benliğinin bulduğu absürd çözümler bütünüdür’ sözleriyle ifade eder (Ceylan 2012). Ceylan’ a göre psikiyatrik bozukluklar ’iç’ olmaktan ‘dış’ olmaya uzanan yolu tamamlayamamaktan kaynaklanır (Ceylan 2013). Jung, daha önce sözünü ettiğimiz ‘gerileme hareketinin’ psişede bir rahatsızlık semptomu olabileceği gibi, psikolojik denge sağlanması amacıyla psişenin genişletilmesi için bir yol da olabileceği fikrini savunur. Jung’ un düşüncesine göre; ‘gerileme hareketine’ zamanında müdahale edilemezse kişi psikolojik gelişiminin önceki aşamalarından birine doğru sürüklenebilir ve bir nevroz oluşabilir, eğer bu gerileme çok daha derin bir şekilde gerçekleşirse bilinç, bilinç dışının içeriğiyle boğulur ve psikoz gelişebilir (Jacobi 2012).

Sinirler arası iletişimi sağlayan sinaptik ağ, doğumdan sonra yaşamın ikinci on yılına kadar devam eden bir süreçle gelişimini tamamlar, doğum öncesi gelişim sırasında sinaptik ağ oluşumu oldukça hızlı seyreder ve gebeliğin son trimesterine gelindiğinde aşırı denebilecek sayıda sinaptik ağ oluşmuş olur. Doğumdan sonra da sinaptik ağ oluşumu devam eder özellikle ilk 2 yıl da bu süreç zirve noktasına ulaşır fakat ardından hücre ölümü, yapısal değişikler ve sinaptik bağların azaltılması (sinaptik budanma) gibi işlemlerle, sinaptik ağ sayısı azalır. Bu süreç, 20’ li yaşlara kadar sürmektedir. Sinaptik budanma, işlevsel açıdan önem arz eden bağların sabitleştirilmesi için gerekli bir işlemdir, sinaptik budanmaya uğramayan bağlar, günlük yaşantımızda karşılaştığımız deneyimlerle kuvvetlenir. Irwin Feinberg (1982), şizofreni gelişiminde, sinaptik budanma işlemi sırasında çok fazla veya çok az sayıda sinapsın ya da yanlış sinapsların budanmasının etkisinin olabileceğini bildirmiştir. Ceylan (2012), embryonik dönemden itibaren yaşamın ilk yıllarına kadar devam eden aşırı sinaps oluşumu sürecinin, geçmiş nesillerin, nesnelerden kazandığı bilgilerin toplamına uygun biçimde kurulduğunu belirtir ve sinaptik budanma sürecini, kişinin kendi yaşam tecrübelerine uygun olmayan ortak benlik aktarımlarının, yerini uygun olanlara bırakma işlemi olarak tarifler. O’na göre sinaptik budanma, dünyanın bir nesil boyunca değişmiş koşullarına uyumlu yeni bir zihin kurma sürecidir (Ceylan 2013). Bu bilgiler ışığında, Feinberg’ in yukarıda sözünü ettiğimiz sinaptik budanma işlemindeki bozuklukların şizofreni gelişimine sebep olabileceği teorisini, ortak benlik kuramıyla yorumladığımızda, bireyin, kendi günlük yaşam tecrübelerine uygun olmayan, geçmiş nesillerine ait nesne bilgileri, yerlerini uygun olanlara bırakmayıp hala zihinde varlıklarını sürdürdüklerinde, bu durumun, Jung’ un belirttiği gibi psişede bir gerileme hareketi yaratacağı,  ya da Ceylan’ a göre dışlaşma sürecinde bir bozukluk oluşturacağı ve günümüzde tamamen saçma olan ama bundan 5 nesil önce gündelik yaşam inançlarının bir parçası olan bir mistik düşüncenin kişinin zihninde varlığını sürdüreceği ve güncel psikiyatri semiyolojisinde ‘mistik hezeyan’ bulgusu adını alıp, psikotik bir bozukluğun belirtisi olacağı kaçınılmazdır.

Aynı düşünce sistematiği içerisinde bir nevrotik bozukluk olan fobileri ele alalım.  Kan ve yaralanma fobisi, ailesel yatkınlık da gösterebilen, kişinin kan ya da kan ürünleriyle temas ya da gözlemi ile tetiklenen, kısa süreli bayılma atakları şeklinde bulgu veren bir fobi türüdür.  Günümüzde bir hastalık olarak görülen ve tedavi edilmesi gereken bu durum, bundan binlerce yıl önce hayat kurtarıcı bir davranış paterni olarak yorumlanabilirdi. Örneğin, atalarımızın korunaklı evlerde değil de her an tehlikeye açık, vahşi hayvanların etrafta kol gezdiği, ağaç kovuklarında yaşadığı çağlara dönelim, diyelim ki yanımızda birisi vahşi bir ayı tarafından ciddi bir saldırıya uğradı, peki biz o sırada ne yapabiliriz? Kaçabiliriz ki, peşimizden gelip yakalayabilir, ya da ölü taklidi yapabiliriz, ki bu durumda, ayı bedenimizle bir süre vakit geçirdikten sonra, ölü olduğumuz kanaatine varınca, bize zarar vermeden başka bir ava yönelebilir. O halde bundan binlerce yıl önce hayat kurtaran bir davranış biçimi, günümüz yaşam koşullarında patolojik bir bulgu haline gelmektedir. Ceylan, bu durumu, şu cümlelerle açıklar, ‘kaygı, nesnelerin kişiye verebileceği hasar duygusunun, ortak benlikte kayıtlı olduğu yerde kod açarak kuvvetli bir duyguya dönüşmesiyle ortaya çıkar. Önceki kuşakların nesnelerden aldığı hasar ortak benlikte kayıtlıdır, kişi nesnelerle ilişki sırasında, nesnelere yetemeyeceğini fark ettiğinde, ortak benlikte kayıtlı bu bilgi kodunu açarak nesnelerden geri çekilir (Ceylan 2013).

Sonuç

Jung’ un kollektif bilinçdışı kavramını epigenetik mekanizmalarla ilişkilendirilerek geliştiren ve yeniden yorumlayan Ceylan, ortak benlik kuramıyla, insanoğlunun zihinsel süreçlerinin nesiller arası aktarımını vurgularken aynı zamanda psikopatolojilerin gelişime neden olan zihinsel süreçlerle ilgili heyecan verici yeni bir bakış açısı getirmektedir. İleride bu konuda yapılacak çalışmalarla, bu yazıda bahsedilmeyen diğer psikopatolojilere neden olan zihinsel süreçlerin bu kuramın bakış açısıyla yorumlanması sağlanacaktır.

 

Kaynaklar

  • Ceylan T.M (2012) Ortak Benlik Nörofelsefi Temellendirme. İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
    Ceylan T.M (2013) Nesne Benliği Psikofelsefi Bütünleştirme. İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
    Feinberg I (1982) Schizophrenia: caused by a fault in programmed synaptic elimination during adolescence? J Psychiatr Res,17:319–34.
    Jacobi J (2002) C. G. Jung Psikolojisi (Çev Ed. M Arab). İstanbul, İlhan Yayınevi.
    Jung C.G (2010) Keşfedilmemiş Benlik (Çeviri Ed. B İlhan, C.E. Sılay). İstanbul, Barış İlhan Yayınevi.

Güncel Psikoloji Yayınlarımız

Yardıma ihtiyacınız var mı? Size ulaşalım.