Uzman Makaleleri

Irkçılık Olgusunun Günümüze Yansımaları : Yeni Irkçılık

Irkçılık Olgusunun Günümüze Yansımaları : Yeni Irkçılık

Irkçılık, on sekizinci yüzyılın sonlarında özellikle siyasal alanda ortaya çıkan ve kapitalist ideolojinin yanı sıra modernizmle derin bağları olan siyasal bir ideolojidir. Sözlük anlamına baktığımızda ise ırkçılık, insanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti olarak tanımlanmıştır Irkçılığı oluşturan temel süreç “öteki” kavramının yaratılmasıdır. Ötekileştirilen topluluk, değişmeyen olumsuz niteliklere sahip olarak görülür ve bu olumsuzluklar önyargılarla beslenerek ırkçılık düşüncesinin pekiştirilmesine hizmet eder. Siyasi ve sosyo-ekonomik faktörler de ırkçılığı oluşturan diğer sebepler arasındadır.

Irk ise, biyolojik kalıtımın sonucu olarak, belli ya da ayırıcı fiziki özellikleri kazanmış bulunan bir insan kümesi olarak tanımlanmaktadır. On sekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda “ırk” üzerine yapılan çalışmaların yoğunluk kazanmasıyla birlikte; ırkçılık düşüncesi ortaya çıkmaya başlamış, yirminci yüzyılla birlikte ise genetik bilimine ilginin artmasıyla “ırk” kavramı bilimsel bir niteliğe sahip olma özelliğini kaybetmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşanan olaylar, o dönem Almanya’da yaygınlaşan ari ırk düşüncesi, başta Yahudiler olmak üzere ari olmayan tüm ırkları baskı altında tutmak ve sindirmek amacıyla başlatılan ve zaman içinde yaygınlaştırılan ırk ayrımının ırkların kovulması ve hatta yok edilmesi politikasına dönüşmesi ile “ırk” düşüncesinin varabileceği boyutlar konusunda insanlara önemli bir deneyim olmuştur. Dolayısıyla hem “ırk” kavramının bilimsel olarak geçerliliğini yitirmesi hem de İkinci Dünya Savaşı deneyimi, ırkçılığın bu süreçlerden sonra yok olabileceğini düşündürtmüştür. Diğer yandan da modern dünya görüşü, kendini geliştirme becerisi ve eğitim ile insanların düşüncelerinin ve bakış açılarının gelişileceği varsayılmış; insanlar doğuştan farklı olsa bile, uygarlık ve eğitim ile bu farkların kapanacağına inanılmaya başlanmıştı.

Ancak günümüzde halen yaşanan, politikacıların ve siyasi partilerin farklılıkları koruma söylemleri ve göçmen grupların toplumla karışmasının engellenmesi yönündeki eylemler ırkçılığın hala canlı olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte ırkçılığın geçmişten bugüne varlığını sürdürüyor olmasındaki temel sebeplere baktığımızda ise; bu kavramın üretilip yaygınlaştırılması, ırk üzerine yapılan çalışmalar, beyaz ırkın dışında kalanların düşük seviyede görülerek bu düşünce doğrultusunda kurulan sömürü düzeninin normalleşmesi ve bazı toplumlarda göçmenlerin bir tehdit olarak görülmesidir. Yeni ırkçılık kavramı, sömürgecilik çağının bitmesinden sonra, sömürge ve sömürgeci ülkeler arasındaki nüfus hareketlerinin terse dönmesiyle oluşan yeni sosyal ve siyasal hayatın bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu “yeni ırkçılık” için önemli olan biyolojik faktörler değil, kültür ve yaşam tarzı gibi farklılıklardır. Başka bir deyişle “yeni ırkçılık”, ırk faktörü yerine kültür faktörünü koyan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre kültürel farklılıklar korunmalı, farklı kültürler ayrı tutulmalıdır. Üçüncü Dünya ülkelerinden belirli sebeplerle göç etmiş bireylerin, göç ettikleri ülkenin yerli halkını olumsuz yönde etkilediği, kimliklerini bozduğu şeklinde daha çok kültürel ayrımcılığın olduğu bu yaklaşım yabancı düşmanlığını yaratmaktadır.

Bu “yeni ırkçılığın” ideolojik arka planını, ana temasında göç ve göçmenlik bulunduran “ırksız ırkçılık” oluşturmaktadır. Ancak bu ideolojinin hedefi olan göçmenler öte yandan kapitalizmin sürekliliğini sağlayan toplumun en alt tabakasındaki iş gücü olarak kullanılmaktadır. Balibar’ın (2003) sözleriyle ifade etmek gerekirse “Yeni ırkçı öğretilerde hiyerarşi temasının ancak görünüşte ortadan kalktığını anlamak zor değildir”.

Tarihe baktığımızda Yahudi soykırımı daha sonra Amerika’da siyahlara karşı yapılan ayrımcılık ve akabinde gerçekleşen sömügeci fetihler ve savaşlarla ırkçılık politika ve ekonomiye bağlı olarak kendini gerçekleştirmenin sürekli olarak bir yolunu bulmuştur. İşte bu nedenle ırkçılığın antisemitizmle özdeşleştirilmesi bir mazeret görevi görmektedir çünkü göçmenleri hedef alan yabancı düşmanlığının ırkçı niteliğinin inkar edilmesine izin vermektedir.

Günümüzde bu ırkçılığı gerçekleştirenler bir yandan tüm insanların eşitliğine duydukları inancı ifade etmekle birlikte, başka etnik kökenli ve başka dine mensup bireylere kendilerinden ayrı ve aşağı varlıklar gibi davranmaktadırlar (Bernasconi, 2007). Bu tür bir ırkçılık, kendisi gibi olmayan karşı tarafın kendilerine ait veya başka coğrafi ve sosyal sınırların içinde yaşaması gerektiğini savunan bir davranış biçimini ifade etmekte, farklı kültürlere saygılı olduğu söyleminin altında, görünmeyen bir kültürler arası eşitsizlik inancı yatmaktadır.

Kültürler arası kaynaşma ve karışmaya gösterilen tepkiler, farklılığa ve ayrışmaya yapılan vurgu, her evrenselci girişimin tehdit edici olarak görülmesine sebep olmaktadır. Yeni ırkçılık söyleminde, evrensel olana karşı yürütülen bir karşı duruş vardır ve bu duruş farklılıkların korunması gerektiğine dair aşırı tutucu bir düşüncenin temelini oluşturmaktadır (Taguieff, 2001). Bu en görünmez olan temelidir ve bu fikir ırkçılıkla hiç bağdaşmayacakmış gibi görünse de buradaki amacın farklı kültürleri birbirinden ayrı tutmak, hatta egemen kültüre aşırı vurgu yapmak olduğu hemen anlaşılabilmektedir

Yeni ırkçılık görüşünde, kültürlerin birbirinden farklı olmasından yola çıkarak, her bireyin ait olduğu kültürde yaşamak isteyeceği ve farklı kültürden olanlara karşı tepkili ve çekingen olacağı sonucuna varılmaktadır. Bu da ırkçılığın yenilenmiş halidir.. yeni ırkçılık kültürel üstünlüğü öne çıkarmaz ama üçüncü dünyadan gelenlerin yerli kimliği bozduğu savından hareket eder. Biyolojik üstünlüğü değil de kültürel ayrımcılığı hedefler. Artık söz konusu olan, ırkların doğallaştırılan özellikleri değil, farklı olana karşı duyulan tedirginlik, önyargı ve düşmanlık gibi olumsuz hislerdir. Farklı olandan çekinmenin doğal olarak kabul edilmesinin yanında, saldırganlık da doğal olarak kabul edilir kılınmaktadır. Bu tür duyguların da haliyle farklı grupların bir arada yaşamasına engel olacağı düşünülmektedir.

Günümüzdeki ırkçılık görünümlerine bakıldığında ırkçı ideolojinin toplumsal ve teorik değişmelere göre nasıl şekillendiği görülebilmektedir. Ayrıca klasik ırkçılığın ırksal karışmanın bozulmayı getireceği yönündeki inanışı, kültürel karışmanın problem getireceği yönündeki bir inanışa evrilmiştir. Tüm bu değişen söylemlere karşın, yakından bakıldığında ırkçılığın özünün aynı olduğu görülmektedir. Değişen söylemlere karşın eşitliğe karşı olma, yeni ayrımlar yaratma, var olan farklılıkları koruma ve grupları bulundukları yerde tutma amacı aynen korunmaktadır.

Sonuç olarak, “Irkçılığın bir çözümü ya da bir sonu var mıdır?”. Avrupa Birliği’nin, uluslararası organizasyonların, sivil toplum kuruluşlarının ve devletlerin bu konuya duyarlı olması gerekmektedir. Yaptırımlarla, yasalarla, kamuoyunun eğitilmesiyle ve yeni kuşakların bu önyargılardan kurtulmuş olarak yetiştirilmesiyle bu düşünce azaltılabilir. Balibar (2003) ‘ın da ifade ettiği gibi ırkçılığın kurbanı olan nesne başkaldırırken ırkçılık yapan özne de çözülmelidir. Kısaca, ırkçı düşünüşün yok olması ırkçılığın iki tarafının da kendini sorgulamasında yatmaktadır.

Uzman Bilgisi

Psk. Cansu GÜNEY
Klinik Psikolog
  • Üniversite : İstanbul Bilgi Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü
  • Uzmanlık : Işık Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Klinik Psikoloji Bölümü

Yazıları

Güncel Psikoloji Yayınlarımız

Yardıma ihtiyacınız var mı? Size ulaşalım.