Bitkisel Ürünler mi İlaçlar mı?

Bitkisel Ürünler mi İlaçlar mı?

Bitkisel ürünler, gıda takviyesi kapsamındadır ve Tarım Bakanlığından onay alınarak piyasaya verilirler. Ancak pratikte Sağlık Bakanlığı denetimine tabi olmayan bu ürünler “ ilaçlar kimyasaldır, zararlıdır, bunlar ise doğaldır” propagandalarının etkisiyle ilaç yerine geçebilen ürünler olarak algılanmaktadır..

Oldukça pahalı olan bu ürünlerin doğal kullanım alanları olmakla birlikte, ilaçlara alternatif olarak doğal ilaç gibi beyinlere kazınması risklidir.

“ İlaçlar Alzheimer yapıyormuş, kimyasal bir şey istemem bu yüzden psikiyatriste gelmek istemedim” diye söze başlayan  veya “kimyasal ilaç almak istemedim bu yüzden ilaçlarımı bıraktım ve pahalı olsa da doğal diye  bitkisel ilaçlara başladım ama başa geri döndüm”  yakınmalarıyla tedavi için geri gelen danışan ve hastalarımızın sayısındaki artış dikkat çekicidir. Bu da bitkisel ürünlerle ilgili yanıltıcı imalar taşıyan tanıtımların oldukça etkili olduğunu ve insanların tıbbi yardıma ulaşmalarını geciktirecek veya mevcut tedavilerini hekime sormadan bıraktıracak boyutlara varmış olduğunu düşündürmektedir.

İlaçlar, piyasaya verilmeden önce uzun yıllar süren çeşitli deneysel ve klinik aşamalardan geçerek, etkileri, olası yan etkileri vd. araştırılan ürünlerdir.

Gereksiz yere ilaç kullanımına herkesten önce karşı duracak olan kişi mesleğini bir yaşam biçimi olarak benimsemiş olan hekimdir.

Unutulmamalıdır ki tıp fakültelerinde ilk öğretilen Latince deyiş “Primum non nocere” yani “Önce zarar verme !” dir.

Psikiyatrist Mutlaka İlaç mı Yazar?

Bize her gelen danışan veya hastaya ilaç yazdığımız da yaygın bir yanlış inançtır. Aslında tedaviyi belirleyen hekim değil, hastanın gereksinimleri ve potansiyelidir.

Genel sistemler kuramı* temelinde biyo-psiko-sosyal bir varoluş olarak insanı ele alan bir hekim, hastasının yakınmalarını dinler, ek sorularla eksik bilgileri tamamlar, gerekirse yakınlarından bilgi alır, tahlil veya başka testler gerekliyse bunları ister, sonuçlarına göre hastasını ya ilgili bölüme yollar ya da tedavisini planlar.

Aynı anlayışa sahip olan bir psikiyatrist, kendisine başvuran kişiyi aynı şekilde ele alır; örneğin B12 eksikliğinin unutkanlık, demir  eksikliği anemisinin dikkat dağınıklığı yapabileceğinden, duygudurum belirtilerinin altında tiroid işlev bozukluklarının yatabileceğinden, pankreas başı karsinomunun ilk belirtisinin depresyon olabileceği vd.den hareketle mevcut yakınmaların altındaki biyolojik sebeplerin araştılması için hastalarını yönlendirir, ek olarak eğer gerekliyse psikolojik testler de isteyebilir…

Öte yandan psikolojik sebeplerin psikosomatik olmayan biyolojik hastalıklara katkısını göz ardı etmez. Kişinin sosyal destek ağının önemini ve bu alandaki sorunların hem biyolojik hem psikolojik rahatsızlıklara yol açabileceğini bilir. Bu nedenle karşılıklı diyalektik etkileşim içindeki bu üç boyutu da araştırır..

Bütün bu değerlendirmelerin sonucunda multidispliner yaklaşım gerekliyse ilgili uzmanlık dallarıyla eşgüdüm için gerekli yönlendirmeleri yapar. Yanısıra yalnızca ilaç, yalnızca terapi, veya ikisinin kombinasyonu kararını verir…

Eğer kendi eğitimini aldığı terapi türünden daha farklı bir tedavi-terapi yöntemi gerekliyse ilgili uzmana veya söz konusu terapi eğitimini de almış olan klinik psikologa danışanı / hastayı yönlendirir.

Örneğin obsesif kompulsif bozuklukta bilişsel davranışçı terapinin etkinliği bir çok bilimsel çalışmada gösterilmiştir.

Obsesif kompulsif bozukluğu olan ve yalnızca bilişsel davranışçı terapiyle veya yalnızca ilaç kullanılarak başarıyla tedavi edilmiş hastaların fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmalarının yapıldığı bir çok araştırma bulunmaktadır. Bu araştırmalarda  tedavi öncesi aynı alanlarda saptanmış olan disfonksiyonun, tedavi sonrası her iki grupta da düzeldiği gösterilmiştir.

Dolayısıyla, bireysel psikoterapi eğitimi, analitik yönelimli olan bir psikiyatrist, obsesif kompulsif bozukluğu olan ve terapiden yararlanma potansiyeli bulunan hastasının terapisini üstlenmeyip, ilgili terapi eğitimlerini almış bir klinik psikologa veya başka bir meslektaşına yönlendirir.

*Prof. Dr. Orhan Öztürk, “Ruh Sağlığı ve Bozuklukları” kitabında, aşağıda alıntılandığı üzere genel sistemler kuramını anlatır.  Tıpta daha yaygın olan biyomedikal modelin indirgeyici (reductionist) bir temele oturduğunu yani kişi ya da bütün organizmanın parçalarına ayrılarak incelendiğini, hekimin de hastasını daha çok hücreler-dokular-organlar olarak görmeye eğilimli olduğunu belirtir.

Genel sistemler(dizgeler) kuramına göre ise, doğada her canlı birbiriyle bağlantılı hiyerarşik bir düzen ve süreklilik içindedir. En az karmaşık ve küçük birimler (alt sistemler), daha karmaşık ve büyük birimlerle (üst sistemler) aşamalı sıralanan (hiyerarşik) bir düzen ve etkileşim içinde çalışırlar. Her düzeydeki birim, kendi içinde dinamik bir bütündür; fakat üstündeki ve altındaki birimlerle bağlantısı düşünülmeden varlığı da düşünülemez. Üstdizgeler altdizgelerin basit bir toplamı değildir.. Örneğin bir organ, hücrelerin ve dokuların toplamından farklı bir bütünlük gösteren bir dizgedir…”

“…Kişi, organizmal aşamalı sıralamanın en üst; toplumsal aşamalı sıralamanın ise en alt birimidir. Fakat en alttan yukarı doğru her düzeydeki dizge de kendine göre bir bütünlük ve kimlik gösterir. Her dizge, daha üstteki dizgelerin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu süreklilik içinde, her birim aynı zamanda hem bir bütün (yani dizge), hem bir parçadır. Böylece alt ve üst dizgeler dinamik etkileşimli bir denge, düzen ve süreklilik içindedir. Hiçbir şey yalnız ve kendi başına değildir. Ne yalnız başına hücre, ne yalnız başına kişi, daha altlarındaki ve üstlerindeki dizgelerle etkileşim içinde olmadan tam bir bütünlük kazanamazlar. Örneğin, “hasta kişi”, hücreleriyle, organlarıyla hasta olduğu gibi aile, toplum içindeki bütün ruhsal-bedensel tepkileriyle de hasta olarak anlaşılabilir…”

“…Kuşkusuz, bilimsel bir araştırmada bu aşamalı sıralanmadaki tek bir birim ele alınabilir ve ayrıntılarıyla incelenebilir. Fakat hekimin ele aldığı birim hasta kişidir ve bu kişi yalnızca hücreleri, organları ile değerlendirilemez. Bu kişi içinde bulunduğu biyolojik ve toplumsal çevrenin sürekli etkisi altındadır; “hastalığa” bunlar da katkıda bulunmaktadır.”

Prospektüs Eczacılığı ve İnternet Doktorluğu mu Hekiminize Güvenmek mi?

Tıp fakültesi altı yıl, psikiyatri uzmanlık eğitimi dört yıldır. On yıl, usta çırak ilişkisi içinde binlerce hasta görülüp, onlarca kitap hatmedildikten sonra hekimin tek başına kendi alanındaki hastayı görme ruhsatı olur.

Kendisine  yardım için gelen insanı, bedeni, psikolojisi, sosyal boyutu karşılıklı diyalektik etkileşim içinde olan bütünsel bir süreç olarak görebileceği temel bilimsel alt yapıyı kurmak bu kadar uzun zaman ve yoğun emek gerektirir.

Bu kadar ağır, zor ve yorucu bir eğitim olmaksızın, hangi belirtilerin hangi yoğunlukta ve ne zaman hastalık kapsamında değerlendirileceğine karar vermek, sık ağaçlı bir ormanda pusulasız yol bulmaya benzer!

Bu gerçekleri göz ardı etmeniz ve internetten belirti araştırıp kendinize tanılar koymanız, yalnızca sağlıklı tedavi ilişkisi kurmanızı engellemekle kalmaz, gereksiz yere kaygı, endişe yaşamanıza hatta hastalık hastası olmanıza yol açabilir.

Aynı şekilde prospektüs okuyarak ilacı kullanıp kullanmama kararı vermeniz bir handikaptır.  Milyonda bir görülen şeylerin bile prospektüste olmasının, bunları okuduğunuzda nosebo etkisi yaşamanıza yol açabileceğini bilmenizde yarar vardır… Nosebo etkisi, kabaca bu yan etkileri yaşayacağını düşünen hastanın bu yan etkileri yaşamasıdır.

O halde bir kez daha düşününüz; prospektüs eczacılığı ve internet doktorluğuna devam mı, artık hekiminize güvenmek veya güvenebileceğiniz bir hekim seçmek mi? Karar sizin…

Güncel Psikoloji Yayınlarımız

Yardıma ihtiyacınız var mı? Size ulaşalım.