Bağlanmanın Psikolojisi “Ben Sensiz Yaşayamam”
Ben onsuz yaşayamam, biz birbirimizi tamamlıyoruz, o olmadan eksiğim, onun olmadığı bir dünya düşünemem… Günlük yaşantımızda hepimizin duyduğu ya da bizzat söylediği, kulağa sempatik ve romantik sevgi sözcükleri olarak gelen bu ifadeler aslında o kadar da masum olmayabilir. ‘Sensiz bir hiçim’ den ‘ya benimsin ya kara toprağın’ a kadar uzanan yelpazede bu cümleler bir ucunda özkıyım bir ucunda cinayet olan tehlikeli bir tahterevallinin oturakları olabilir.
Bir kişi, her şey yolundayken, tek başına pek ala da yaşamını sürdürebilir. Evrimsel gelişim dizgesini düşünelim, sağlıklı bir avcı-toplayıcı olduğunuzu hayal edin. Hangi bitkinin zehirli hangisinin zehirsiz olduğunu biliyorsunuz ve küçük kara hayvanlarını ya da balıkları avlayacak kas gelişim olgunluğuna sahipsiniz fakat düşünün ki ayağınızı kırdınız, ya da en basitinden üşüttünüz ve çok halsizsiniz, eğer bir komün içinde yaşamıyorsanız bu sizin ölüm fermanınızdır. Bu sebepledir ki insanın, doğası gereği, yalnızlığa tahammülü yoktur. Çünkü kalabalık bir topluluk, birey için her şart ve durumda fiziksel ihtiyaçlarını sağlayabileceği bir sığınaktır, güvenli bir limandır. Bu sebeple bizler hayatta kalabilmek için etrafımızda başkalarının olmasını isteriz, yalnızlık duygusu ruhsal bir teklik düşüncesinden ziyade fiziksel ihtiyaçları karşılayamama ihtimalini doğurması sebebiyle rahatsız edicidir.
Yeni doğmuş bir insan yavrusunu hayal edin, başkasının yardımı olmadan beslenme, yer değiştirme, temizlenme, tehlikelerden korunma gibi temel hayati işlevleri yapabilmesi mümkün değildir. Bu biyolojik yetersizlik göz önüne alındığında, insan yavrusunun yaşamının ilk günlerinden itibaren bakım verenine karşı bir bağlanma geliştirmesi kaçınılmazdır. Bakım veren, sadece fiziksel ihtiyaçları doyuran bir kaynak değil aynı zamanda sosyal gereksinimi karşılayan ilk nesnedir. Bu ilk nesne çoğunlukla annedir. Anne, ihtiyaçlar karşılandıkça giderek kuvvetlenen bağlarla bağlanılan ilk bağımlılığıdır insanoğlunun. Bu bağ, sonraki bütün bir hayatı etkileyen değişime dirençli kişilik örüntülerinin nasıl oluşacağının ilk belirtecidir. Her yenidoğan, ebeveyni tarafından terkedilme korkusu ile karakterize bir ‘temel endişe’ duygusunu taşır. Yaşamın erken dönemlerine ait bu temel endişe ile baş etme yöntemleri bireyin, hayatının ileriki dönemlerinde yaşayacağı ikili ilişkilerdeki tutumlarını belirler (1).
Sıcak, duyarlı, bebeğin ihtiyaçlarını gidermeye hazır ve reddedici olmayan bir anne, bebeğin kendisiyle ’emniyetli bağlanma’ yaşayabilmesi için gerekli ortamı sağlayabilecektir. ‘Emniyetli bağlanma’ da birey ‘öteki’ nin ihtiyaç anında orada olacağının güvenini hisseder ve bu gelecekte kuracağı tutarlı ilişkilere zemin hazırlar (2). Fakat tepkisel, duygusal açıdan mesafeli bir anneyle bebek ‘ kararsız bağlanma’ biçiminde bir ilişki kurar. Bu bağlanma biçimiyle yaşamının erken dönemlerinde karşılaşan bireyler ileriki dönemlerde ilişkilerinde tutarsızlık yaşayabilir, etrafındaki insanlar onların aşırı tutkulu ve kıskanç olduklarından yakınabilir (1).
Annenin görevi sadece, bebeğin ihtiyaçlarını anı anına karşılamak değildir, anne, aynı zamanda bireyin sağlıklı bir ‘kendilik’ geliştirebilmesi için çocuğa yalnızlık deneyimleri ve kendi başına durabildiği sakin ortamlar sağlamalıdır. Ancak bu şekilde ilk nesne olan anne, bir geçiş nesnesine dönüşür ve ‘öteki’ leşir. Bu kopuş kendilik gelişimi için gereklidir (3).
İnsan yavrusunun ilk bakım vereni ile, ki bu genellikle anne olmaktadır, kurduğu bu ilişki, çok hassas dengelerin gözetildiği, ince çizgilerle ayrılmış bir yol haritası gibidir. Eğer bu yol sağlıklı bir bireyleşme ile sonuçlanabilirse kişi tutarlı ilişkilerin öznesi olabilir. Aksi durumda bireyleşme sağlıklı olarak tamamlanamazsa, nevrozdan psikoza uzanan psikopatoloji yelpazesinde bir tüy tanesi olmak kaçınılmazdır.
Bağımlılık, bir nesneye ya da kişiye yönelik duyulan karşı konulamayan, önlemeyen istektir. Kişi, bağımlı olduğu nesneye giderek artan dozlarda ya da sıklıkta kendini maruz bırakır ve bağımlı olduğu nesnenin eksikliğinde yoksunluk duygularını yaşar. Kişi, bağımlı olduğu nesnenin kendisine fiziksel ya da psikolojik olarak zarar verdiğini bilmesine rağmen bu durumu sürdürmekten kendini alıkoyamaz. Bu durum bir uyuşturucu madde bağımlılığı, seks bağımlılığı, kumar bağımlılığı ya da bir kişiye duyulan bağımlılık halinde kendini gösterebilir.
Bağımlılık kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet gibidir. Bir kişiye bağımlılık derecesinde yakınlık duyan birisini ele alalım. Yakınlık duyduğu kişi ebeveyni, çocuğu, arkadaşı ya da sevgilisi olabilir. Bu kişiyle kurulan ilişki, bağımlının, hayatla bağlantısını kesen tek taraflı bir ilişkidir aynen uyuşturucu madde bağımlılığında olduğu gibi. Bir kişiye duyulan bağımlılıkta temel olarak hissedilen duygu korkudur, ‘o’ kişiyi kaybetme korkusu… Bağımlısı olduğu kişiyi kaybetmemek için elinden geleni yapar, kendi değer yargılarının, dünya görüşünün hiç bir önemi yoktur, artık kendisi yoktur ‘o’ vardır. ‘O’ varsa vardır, ‘o’ yoksa yoktur. Birey olmaktan hiç olmaya giden bu kayış, bağımlısı olunan kişiyi ürkütmeye, yaşam alanını daraltmaya ve sıkmaya başlar. Bu durum fark edildiğinde ise bağımlı kişi, artan kaybetme korkusuna karşı koyamaz ve bir kısır döngü halinde kölesi olduğunu köleleştirdiğinin farkına varmadan, yakınlığı artırmaya çalışır. Sonunda en çok korktuğu şey olur, bağımlılığı, ‘o’ nu kaybetmesine sebep olmuştur. Kaybetme korkusu kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi kayba mal olmuştur. O andan itibaren kişi taparcasına sevgi duyduğu kişiye karşı hissettiği bağımlılıkla orantılı olarak büyük bir nefret ve öfke geliştirir ki bu nefret ve öfke kaybedilen kişinin sadece daha da uzaklaşmasına hizmet eder ve artık bağımlı kişi, kendi kendini besleyen nefret-yoksunluk kısır döngüsüne girmiştir.
Çözüm hiçlik duygusunun gerçekliğinin sorgulanmasındadır. Kimse kimsenin her şeyi değildir. Herkes herkesin bazı şeyleridir. ‘O’ varsa da yoksa da, ‘ben’ varım. ‘O’ hayatımdan çıktığında elde kalan benim ve ben yeni ‘o’ ların kaynağı ve sebebiyim.
Kaynaklar:
- Carver C, Scheier M. Perspectives on psychology. Cambridge University Press 1998: 281-282.
- Karen R. Becoming attached. Oxford University Press, New York 1997.
- Winnicott DW. Oyun ve gerçeklik. Metis Yayınları 1998: 10-11.
Uzman Bilgisi
Dr. Mustafa TATLI
Psikiyatrist
- Üniversite : Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi (İngilizce)
- Uzmanlık : Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Yazıları
Yasak Elma ve Bilişsel Evrim
Semavi dinlerin hepsinde ortak bir olaydan bahsedilir; Adem ile Havva’ nın cennetten kovulması… Buna göre Tanrı, Adem ile Havva’ ya ‘her istediğinizi yapabilirsiniz fakat sadece şu ağaca yaklaşmanızı yasaklıyorum’ der.
Depresyon Davulla Zurnayla Gelmeyebilir
Depresyona ait moralsizlik, isteksizlik, hayattan zevk alamama, içe kapanma, ağlamalar, sinirlilik şikayetleri, çoğunlukla kolaylıkla fark edilebilir ve varlığında ‘Acaba depresyona mı giriyorum?’ düşüncesiyle bir psikiyatriste başvurmanızı sağlayabilir. Fakat depresif hastalıklar her zaman böyle davul zurna çalarak kendini belli ede ede başlamayabilir.
Panik Atak
Panik atak, beklenmedik bir şekilde, kendiliğinden olan, çarpıntı, terleme, titreme, nefes alamama hissi, göğüste ağrı ya da sıkışma, baş dönmesi, sersemlik, uyuşma, karıncalanmanın eşlik ettiği, kişide yoğun bir ölüm, bayılma ya da delirme korkusu yaşatan bir durumdur.
Otizmli Çocuğa Yaklaşım
Otizm çocukta sosyal etkileşimde kısıtlılık, iletişim düzeyinde belirgin gecikme, ilgi alanlarında sınırlılık ve tekrarlayıcı davranışlar gibi bulgularla ortaya çıkan bir gelişim bozukluğudur.
Vajinismus Nedir? Ne Değildir?
Vajinismus; vajina (kadın cinsel organı) girişindeki kasların kasılması sonucu oluşan, ağrı algısının yaratmış olduğu kaygı ile karakterize olan ve cinsel birleşme sırasında zorlanma ya da cinsel birleşmenin mümkün olamaması ile sonuçlanan psikolojik bir bozukluktur.
Türsel Mutluluk Ortaklıkla Mümkündür
Bilinç: Bilinç, kişinin kendisine, yaşantılarına, çevresine, öteki kişilere ve bir bütün olarak içinde yaşadığı evrene ilişkin farkındalığıdır. Peki bizler ‘bilinci açık’ bireyler olarak kendimizin, çevremizin ve yaşadığımız evrenin gerçekten farkında mıyız?
Hiç Büyümeyen Mutsuz Bir Çocuk : Peter Sellers
Sinema salonuna girdiğimiz andan itibaren 7. sanatın büyülü atmosferi içerisinde yeni bir dünyaya adım atmış oluruz. Salonun kapısında günlük yaşam kavgaları geride kalır ve koltuğa oturup, film başladığı andan itibaren, bambaşka hayatların içinde buluruz kendimizi. Kendi yaşantımızda zengin, fakir, aşık ya da nefret dolu olabiliriz bunun bir önemi yoktur, o koltukta oturduğumuz sürece artık beyaz …
Depresyon Nedir? Belirtileri Nelerdir? Tedavisi Nasıldır?
‘Depresyon’ terimi gündelik hayatta en çok kullanılan tıp terimlerinden biridir, bu sebepledir ki; bir çok yanlış anlaşılma ve yanlış inanışın konusu olmuştur. Hemen hemen herkesin hayatının bir döneminde ağzından : ‘ Bu aralar depresyondayım.’ cümlesini duymak kuvvetle muhtemeldir. Peki acaba her üzgün hissetme hali, her keyifsizlik, depresyon mudur? Depresyon nedir? Ne değildir? Nasıl tedavi edilir? …
Bir Psikiyatristin Nefret Günlüğü
Şehrin beti benzi atmış hastalıklı rengi, insanın içindeki yaşama isteğini azaltıyordu. Aslında dışarıdan gelenler kasvetli havanın bu şehre çok yakıştığını söylerler. Burada yaşayanlar için çok da fark etmiyor aslında. Her gün, birbirinin aynı hayatlarından, şikayet etmeden günü akşam ediyorlar. Benim de farklı geçmiyor günlerim senin yokluğunda.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)
Psikoterapi; bireylerin, bilişsel, duygusal ve davranışlar sorunlarının, bu konuda eğitim almış bir profesyonel eşliğinde sözel görüşmeler yoluyla çözümünü ve bireylerin ruh sağlıklarının korunmasını ve geliştirilmesini amaçlayan tekniklerin genel adıdır. Psikiyatri tarihi boyunca çeşitli dönemlerde o dönemin şartlarına göre şekillenmiş değişik psikoterapi türleri geliştirilmiştir. Bütüncül, dinamik, , bilişsel davranışçı, varoluşçu, Geştalt ve kişilerarası psikoterapi, psikoterapi türlerinin …
Bağlanmanın Psikolojisi “Ben Sensiz Yaşayamam”
Ben onsuz yaşayamam, biz birbirimizi tamamlıyoruz, o olmadan eksiğim, onun olmadığı bir dünya düşünemem… Günlük yaşantımızda hepimizin duyduğu ya da bizzat söylediği, kulağa sempatik ve romantik sevgi sözcükleri olarak gelen bu ifadeler aslında o kadar da masum olmayabilir. ‘Sensiz bir hiçim’ den ‘ya benimsin ya kara toprağın’ a kadar uzanan yelpazede bu cümleler bir ucunda …
Güncel Psikoloji Yayınlarımız
Trikotillomani Nedir?
Trikotillomani halk dilinde saç koparma hastalığı olarak bilinmektedir ve tanı kitaplarında obsesif kompulsif bozuklukları …
Psikoz Nedir?
Psikoz kelimesi Yunanca psyche(ruh, zihin) ve osis(anormal veya hastalıklı) kelimelerinin birleşmesiyle türetilmiş bir …
Şizotipal Kişilik Bozukluğu
Şizotipal kişilik bozukluğu tipik, karakteristik bir bozukluk mudur yoksa arada kalmış bir ifade midir?
Evlilikte Sağlıklı Tartışma
Evlilikte Sorun Çözme Yolları – Sağlıklı Tartışma Nasıl Olmalıdır? Evlilik iki farklı bireyin kişilik özelliklerinin, …
Duygusal İhmal’in Duygusu: Boşluk
Çocukluk döneminde bireylerin maruz kaldığı travmalar, kişilerin yaşamında derin izler bırakabilmektedir. Yaşanan …
Empati: Başkalarını Anlama Ve Empatik Bağlantı Kurma Sanatı
Empati kavramından Türk Dil Kurumu’nun web sitesinde duygudaşlık olarak kısaca bahsedilmektedir, psikolojiyle ilgili …
Maskeli Depresyon Nedir?
Maskeli depresyon, diğer adıyla gizli veya gülümseyen depresyon olarak da karşımıza çıkmaktadır. Maskeli depresyon, …
Kumar Bağımlılığı Ve Tedavisi
Kumar oynama bozukluğu kişinin bireysel, ailevi veya mesleki işlevselliğini bozacak şekilde kumar oynama davranışının …
Depresyon Nedir ve Depresyon Yaşayan Kişiyi Anlamak
Depresyon; bireylerin kendini mutsuz, karamsar, değersiz, suçlu ve umutsuz hissettiği psikiyatrik bir bozukluktur. Beraberinde …